Kriptolu Kimlik Kartı
TÜBİTAK tarafından geliştirilen ve 2010'dan itibaren nüfus cüzdanının yerine kullanılması hedeflenen akıllı kimlik kartları, kopyalanma riskine karşı 7 üstün güvenirlikli önlemle korunuyor.
Hologram, mor ötesi, meneviş ve gökkuşağı baskı ve mikro yazı yöntemlerinin kullanıldığı oluşturulan görünür güvenlik önlemlerinin yanı sıra kişiye ait bilgiler, kartın çipinde de özel şifrelerle saklanıyor.
TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsünde (UEKAE) geliştirilen Akıllı Kart İşletim Sistemi (AKİS) Proje Sorumlusu Mustafa Başak AA muhabirine 2010'dan itibaren tüm Türkiye'de uygulanması planlanan elektronik kimlik kartının teknolojik özelliklerini anlattı.
Akıllı kartın en başta akıllı kart tabanlı ulusal kimlik kartı olarak nüfus cüzdanının yerini alacağını aktaran Başak, kartın ayrıca sürücü belgesi, pasaport, e-devlet uygulamalarında kimlik doğrulama amaçlı bir belge olacağını ve SSK karnesi, Sağlık Bakanlığı sertifikalarında, Maliye Bakanlığının vergi uygulamalarında kullanılabileceğini belirtti.
Başak, AKiS tabanlı benzer akıllı kartların şehir kartları, kontörlü kartlar gibi belediye uygulamalarında da kullanılabileceğini anımsattı.
KRİPTOLU OLACAK
Akıllı kimlik kartının tamamen yerli kaynak ve mühendislerle son şifreleme teknolojisi kullanılarak ve uluslararası standartlara uygun yapıldığını belirten Başak, kartın "taklit edilemez" ve "tahrip ya da tahrif edildiğinde değişikliğin algılanmasına imkan veren güvenlik özelliklerinin" bulunduğunu söyledi.
Başak, akıllı kart üzerindeki ve çip içerisindeki bilgilerin elektronik ortamda, kriptografik yöntem denilen güvenlik özellikleriyle korunduğunu anlatarak, bu yöntem sayesinde kartın mükerrer basımının engellenebildiğini, Merkezi Nüfus İdaresi Sistemine (MERNİS) erişimle yazım hatalarının önüne geçilebildiğini aktardı.
Kimlik kartlarının taklit edilmesini önlemek için çeşitli güvenlik özelliklerinin uygulandığını kaydeden Başak, yapısal ve baskısal güvenlik ögelerinin yüksek çözünürlüklü makinelerce yapıldığını ve taklidinin de çok zor olduğunu vurguladı. Başak, elektronik güvenlik sisteminin taklidinin ise mümkün olmadığını söyledi.
7 GÜVENLİK ÖNLEMİ
Akıllı kartta aynen kağıt paralarda olduğu gibi dış görünürde 7 güvenlik önlemi olduğunu bildiren Başak, şöyle konuştu:
"Kartın ön ve arka yüzünde kullanılan hologram teknolojisiyle ışığın geldiği açıyla şekillerin ve renklerin değişimi sağlandı. Çok özel mürekkeplerin kullanıldığı OVI teknolojisinde ise ön yüzde bulunan Türkiye haritası ışığın geldiği açıya göre üç farklı renkte görülüyor. Mor ötesi baskı yöntemiyle de ultra viyole ışığı altında görünecek şekilde ön yüzde mavi renkte "T.C" ibaresinin, arka yüzde de Türkiye haritasının ortasında mavi renkte ay-yıldız şekli gizlendi.
Mikro yazılar ile ön yüze ay-yıldız çizildi ve büyüteçle bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti yazısı görülebiliyor. Aynı baskı, arka yüzde de şerit görünümünde yer alıyor. Meneviş baskı yöntemiyle ise kartın hem ön, hem de arka yüzünde algoritmik desenler bulunuyor. Bu desenler matematiksel bir formülle oluşturuldu. Son görüntü şifresi ise gökkuşağı baskı dediğimiz ve desen çizgilerinde kopyalamaya karşı kırmızı-turkuaz-kırmızı renk geçişleri yer aldı. Tüm bu şifreler çok özel tekniklerle üretildi ve kartın taklidini ve kopyalanmasını çok zor hale getiriyor."
İlk etapta karta bakıldığında görünür şifrelemelerde kartın sahte olup olmadığının anlaşılabileceğini dile getiren Başak, "Fakat kopyalanmasının çok zor olmasına karşın her ihtimale karşı görünür özelliklerin kopyalanma riskine karşı bu bilgilerin aynısı kartın üzerindeki çipe elektronik olarak şifrelendi. Bu çipin içinde bir oynama olduğunda, kart erişim cihazına takıldığında bilgiler teşhis edilemez. Bu taklit edilememezlik aslında, elektronik şifreleme teknikleriyle sağlandı" dedi.
PİN KODU
Başak, kimlik doğrulama için özel yazılımlara sahip kartın ayrıca pin ve puk kodlarının bulunduğunu belirterek, yasanın çıkması halinde hazır olan parmak izi teknolojisinin de eklenebileceğini söyledi.
AKİS'in enerji dalgalanmalarından veya başkaca fiziksel koşullar sebebiyle oluşan EEPROM bellek hücrelerindeki bozulmaları tespit edip düzelten bir mekanizmaya sahip olduğunu kaydeden Başak, şifreleme, deşifreleme ve asıllama anahtarlarının birbirlerinden tümüyle ayrıldığını belirtti.
PARMAK İZİ SAKLANMAYACAK
Parmak izi, iris tanıma gibi bilgilerin Avrupa Birliği kriterlerine göre bilgisayarların veri tabanlarında saklanmasının yasak olduğunu ve bu nedenle de parmak izi şifresinin kartın içinde saklandığını aktaran Başak, "Kart sahibinin elinde olacağından, bazı basın organlarında yer aldığı gibi parmak izinin bir yerde saklanması gibi bir durum da olmayacak" diye konuştu.
Türkiye'nin akıllı kart teknolojisinde Avrupa Birliğine üye pek çok ülkeden daha ileri bir aşamaya geldiğini belirten Başak, ABD'deki kart teknolojisinin ise çip değil, optik tanıma üzerine kurulu olduğunu söyledi.
Başak, Türkiye'nin yarattığı bilgi birikimi ile akıllı kartlarda ileri teknoloji uygulayan Portekiz ve Ukrayna gibi ülkeler seviyesine geldiğini kaydederek, "Avrupa'nın henüz üzerinde çalıştığı bir sistemi Türkiye uygulamaya başladı bile" dedi.
SEÇİMLERDE MÜKERRER OYA DA ENGEL OLACAK
Elektronik kimlik uygulamasının özellikle genel ve yerel seçimlerde güvenli ve sağlıklı oy kullanılmasına olanak sağlayıp mükerrer oy kullanılması ihtimaline son verilebileceğini dile getiren Başak, sağlık uygulamalarında da sahibinin izni ile erişilebilen hastaya özel bazı bilgilerin de kartta saklanabileceğini bildirdi.
Başak, akıllı kart uygulamasının 1 Eylül 2008 itibariyle Bolu'da pilot çalışmalarının başlatıldığını anımsatarak, ilk aşamada bu yılın sonuna kadar 10 bin adet kartın Bolu merkezde dağıtılacağını ve ikinci aşamada da Mayıs 2010'a kadar 300 bin kart dağıtımının yapılacağını belirtti.
Başak, dağıtılan kartların, 67 eczane, 1 hastane, 8 aile hekimliğinde kullanılmaya hazır olduğunu da bildirdi.
Recep İvedik 2 Geliyor..!
- Click here for this week’s top video clips
En çok izlenen film unvanını elinde bulunduran "Recep İvedik"in devamı çekiliyor.
Çekimlerine 1 Kasım'da başlanan film, 12 Şubat'ta gösterime girecek.
İlkinden farklı bir öykü
"Cinemania" programına konuk olan Şahan Gökbakar, 4 milyon 300 bini aşkın seyirci sayısıyla en çok izlenen yerli film unvanını taşıyan "Recep İvedik"in devam filminin senaryosunun tamamlandığını açıkladı. "Recep İvedik 2", ilk filmden bağımsız bir öyküyü anlatacak. 'Ölmeden önce yapılacaklar listesi' hazırlayıp, bunları hayata geçirmeye çalışan Recep'in maceraları anlatılacak.
Gişede geçilirsem delirmem
Filmin 12 Şubat olan vizyon tarihinde bir gecikme olmayacak. Çünkü yapımcı Faruk Aksoy, daha film çekilmeden sinema salonlarıyla el sıkıştı. Öte yandan Şahan Gökbakar, "A.R.O.G"un "Recep İvedik"in rekorunu geçmesi halinde neler hissedeceği konusunda ilginç bir açıklama yaptı: “Recep İvedik'i geçtiklerinde bir delirme anı ya da buhran yaşamam. Rekoru geri almak için kolları sıvarım.”
"Recep İvedik 2" ile ilgili ayrıntılar netleşiyor!
Recep İvedik, iş hayatına atılacak
İSTANBUL - - Komeyden Şahan Gökbakar'ın gişe rekortmeni filmi Recep İvedik'in ikincisinin çekimlerine geçtiğimiz günlerde başlandı. Yeni filmle ilgili ayrıntıları Milliyet yazarı Ali Eyüboğlu köşesinde anlattı...
"Şahan Gökbakar'ın 4.5 milyon izleyiciyle Türk Sinema tarihinin gişe rekorunu kıran "Recep İvedik" filminin ikincisi de yolda. Çekimleri yeni başlayan film 12 Şubat 2009'da vizyonda... Yani tam da karne tatilinde...Hedef kitle çocuklar olduğuna göre iyi bir zamanlama... Şahan Gökbakar'ın, senaryosunu Sertan Altuniğne ve filmin yönetmenliğini de üstlenecek kardeşi Togan Gökbakar'la birlikte yazdığı "Recep İvedik"in kadrosu da belli.
"Recep İvedik"i Şahan Gökbakar, "Babaannesi"ni Gülsen Özbakan, "Amcaoğlu Hakan"ı Efe Babacan, Ali Kerem'i de Çağrı Büyüksayar oynayacak.
Peki "Recep İvedik 2"nin konusu ne? Şahan Gökbakar ve ekip arkadaşları "Recep İvedik 2"nin konusunu sır gibi saklıyor... Ama bunu öğrenmek için 2 Şubat 2009 tarihini beklemenize gerek yok.Kamuoyuna o hizmet bendenizden...
İşte Filimin Konusu:
AT YARIŞI UZMANI
"Recep İvedik" bu kez iş hayatına atılacak. Daha doğrusu babaannesinin baskısıyla bu yola baş koyacak. Gülsen Özbakan'ın canlandıracağı "Babaanne" ya da "Nene", genç yaşta işadamlığına soyunup, müthiş başarılar elde eden kuzeni "Hakan"ı örnek gösterip, "Bak Hakan nasıl da başarılı bir işadamı oldu. Sen bu yaşa geldin, hâlâ bir baltaya sap olamadın" diye "Recep İvedik"e gaz verecek. "Hakan" da kuzenini kurtarmak için, "Burası senin de yerin sayılır" deyip, işi öğrenmesi için işyerine davet edecek. Patrondan torpilli "Recep", bir yandan işyerinde terör estirirken, bir yandan da işi öğrenecek. "Recep" işyerinde önce Fashion TV'yi kaldırtıp, yerine at yarışlarını izlettirecek. "Recep İvedik", kiminin saçına - sakalına, kiminin de kıyafetine müdahale edip, kuzeninin işyerine kendince bir düzen yerleştirecek. Çok geçmeden işi öğrenen "Recep", kimsenin inanmadığı bir anda kendi yöntemleriyle Japonları bir güzel kafaya alıp, müthiş bir iş anlaşması yaparak rüştünü ispat edecek."
Bedük - Automatik
Would love to make a hip track
But don't know how to handle that
Expectations off the ground
I still feel I'm moving back
Moving forth moving back
Would love to make a loose track
But tell me can you handle that
Got to keep my head clean
In case I might need it back
Moving forth moving back
I'm goin down down
Nothing much to do now
I lost my head aw!
Everybody wave now
Go with the flow now
Dance automatic, electronic, cybersonic
systematic
It's not a secret it's not a shame
I can say what I want to and I'm OK
My obsession is to get you up
And make you dance 'till you drop
I'm moving back I'm moving forth
I'm moving like I don't have time
To get those tunes out of my mind
Get ready for the pump now
Move it back move it forth
Move it back move it forth
Ceza Sahası Dışından Rövaşata
* Benfica - Vitoria Setubal maçı . Dk 90, durum 2-1 ceza sahası dışından harika bir rövaşata ve 2-2 .
Deportivo - Malaga
Beşiktaş JK - Ankaraspor
2004-2005 sezonunda Turkcell Süper Ligi’nde mücadele etmeye başlayan başkent temsilcisiyle 8 kere karşı karşıya gelen Beşiktaş bu maçların 4’ünden galibiyetle ayrılırken, rakibine 2 maçta yenildi, 2 mücadele ise beraberlikle sonuçlandı. Siyah Beyazlılar’ın attığı 14 gole Ankaraspor 10 golle cevap verdi.
Beşiktaş, BJK İnönü Stadı’nda oynanan 4 maçın 3’ünü kazanırken, 1 maçta mağlup oldu.
* Kaybetme Lüksümüz Yok. Ankara bu sene etkili bir futbol oynuyor, orta sahası çok teknik .
2008'in En Çok Aranan Sözcükleri
Dünyaca ünlü sözlük üreticisi Merriam-Webster, internet üzerinde kullanıma sunduğu İngilizce sözlüğünde 2008 yılında en çok aratılan 10 sözcüğü açıkladı.
Webster'e göre politik ve ekonomik konjonktürün gündemden hiç düşmediği 2008 yılı boyunca en çok aranan sözcükler politik ve ekonomik terimler oldu.
Aylık 125 milyondan fazla sayfa gösterimine sahip olan Webster'in bu yıl en merak edilen kelimesi "Bailout" oldu. Bailout'un anlamı ise sözlükte "finansal sıkıntıdan kurtarma" olarak geçiyor.
BU YILIN EN MERAK EDİLENLERİ
1. Bailout: Finansal sıkıntıdan kurtarma.
2. Vet: Muayene etmek (insan ya da hayvan için).
3. Socialism: Sosyalizm, toplumculuk. İktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan düşünce sistemi.
4. Maverick: a) Damgalanmamış büyük ya da küçükbaş hayvan. b) İçinde bulunduğu grupla uyum sağlamak istemeyen birey.
5. Bipartisan: İki tarafı da temsil eden veya savunan kişi.
6. Trepidation: Trepidasyon, korkmaya veya kararsızlığa bağlı hafifçe titreme.
7. Precipice: Uçurum, sarp kayalık.
8. Rogue: Dolandırıcı, hırsız, hilekar.
9. Misogyny: Misojini, kadın düşmanlığı.
10. Turmoil: Kargaşa, gürültü, karışıklık.
GEÇEN YILIN EN MERAK EDİLENLERİ
1. w00t: (ünlem) İnternet argosunda çok sevinme anlamına gelen kelime.
2. Facebook: Bir internet sitesi. Ayrıca fiil olarak kullanıldığında bir kullanıcının Facebook profiline bakma anlamına gelen kelime. (I facebooked your roommate / Oda arkadaşının facebook profiline göz attım)
3. Conundrum: İçinden çıkılması zor durum.
4. Quixotic: Don Kişot vari aşırı romantik hareket.
5. Blamestorm: Bir projenin neden başarısız olduğu konusunda tartışma yapma, suçluyu ortaya çıkarma.
6. Sardoodledom: Kökeni 1908'de ölen Fransız oyun yazarı Sardou'dan gelen, anlamsız, ahlaken itiraz edilebilir önemsiz gibi gelen başarılı yazılmış oyunları tanımlamak için kullanılan terim.
7. Apathetic: Lakayıt, kayıtsız, umursamaz.
8. Pecksniffian: Kökeni Charles Dickens tarafından yazılan Martin Chuzzlewit isimli kitabın karakterlerinden Seth Pecksniff'e dayanan, samimiyetsizlik, içten yüzlülük.
9. Hypocrite: İki yüzlülük, riyakarlık.
10. Charlatan: Şarlatan.
2006'NIN EN MERAK EDİLENLERİ
1. Truthiness: His yoluyla emin olunan doğruluk, gerçeklik.
2. Google: Popüler arama motoru, ayrıca Google üzerinde arama yapmayı tanımlayan fiil.
3. Decider: Karar verici
4. War: Savaş
5. Insurgent: Bozguncu, asi, kafa tutan.
6. Terrorism: Terörizm
7. Vendetta: Kan davası
8. Sectarian: Ayrılıkçı şiddet.
9. Quagmire: Batak, zor durum.
10. Corruption: Bozulma, irtikap, yolsuzluk, rüşvet yeme.
Ntv
Webster'e göre politik ve ekonomik konjonktürün gündemden hiç düşmediği 2008 yılı boyunca en çok aranan sözcükler politik ve ekonomik terimler oldu.
Aylık 125 milyondan fazla sayfa gösterimine sahip olan Webster'in bu yıl en merak edilen kelimesi "Bailout" oldu. Bailout'un anlamı ise sözlükte "finansal sıkıntıdan kurtarma" olarak geçiyor.
BU YILIN EN MERAK EDİLENLERİ
1. Bailout: Finansal sıkıntıdan kurtarma.
2. Vet: Muayene etmek (insan ya da hayvan için).
3. Socialism: Sosyalizm, toplumculuk. İktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan düşünce sistemi.
4. Maverick: a) Damgalanmamış büyük ya da küçükbaş hayvan. b) İçinde bulunduğu grupla uyum sağlamak istemeyen birey.
5. Bipartisan: İki tarafı da temsil eden veya savunan kişi.
6. Trepidation: Trepidasyon, korkmaya veya kararsızlığa bağlı hafifçe titreme.
7. Precipice: Uçurum, sarp kayalık.
8. Rogue: Dolandırıcı, hırsız, hilekar.
9. Misogyny: Misojini, kadın düşmanlığı.
10. Turmoil: Kargaşa, gürültü, karışıklık.
GEÇEN YILIN EN MERAK EDİLENLERİ
1. w00t: (ünlem) İnternet argosunda çok sevinme anlamına gelen kelime.
2. Facebook: Bir internet sitesi. Ayrıca fiil olarak kullanıldığında bir kullanıcının Facebook profiline bakma anlamına gelen kelime. (I facebooked your roommate / Oda arkadaşının facebook profiline göz attım)
3. Conundrum: İçinden çıkılması zor durum.
4. Quixotic: Don Kişot vari aşırı romantik hareket.
5. Blamestorm: Bir projenin neden başarısız olduğu konusunda tartışma yapma, suçluyu ortaya çıkarma.
6. Sardoodledom: Kökeni 1908'de ölen Fransız oyun yazarı Sardou'dan gelen, anlamsız, ahlaken itiraz edilebilir önemsiz gibi gelen başarılı yazılmış oyunları tanımlamak için kullanılan terim.
7. Apathetic: Lakayıt, kayıtsız, umursamaz.
8. Pecksniffian: Kökeni Charles Dickens tarafından yazılan Martin Chuzzlewit isimli kitabın karakterlerinden Seth Pecksniff'e dayanan, samimiyetsizlik, içten yüzlülük.
9. Hypocrite: İki yüzlülük, riyakarlık.
10. Charlatan: Şarlatan.
2006'NIN EN MERAK EDİLENLERİ
1. Truthiness: His yoluyla emin olunan doğruluk, gerçeklik.
2. Google: Popüler arama motoru, ayrıca Google üzerinde arama yapmayı tanımlayan fiil.
3. Decider: Karar verici
4. War: Savaş
5. Insurgent: Bozguncu, asi, kafa tutan.
6. Terrorism: Terörizm
7. Vendetta: Kan davası
8. Sectarian: Ayrılıkçı şiddet.
9. Quagmire: Batak, zor durum.
10. Corruption: Bozulma, irtikap, yolsuzluk, rüşvet yeme.
Ntv
3 Önemli Türk Veziri
Vezir Tonyukuk
Adı bilinen ilk Türk yazar ve tarihçisidir. Göktürk Devleti’nin kurucusu Kutlug Kağan başta olmak üzere Kapağan Kağan ve Bilge Kağan’a danışmanlık yapmış, meclis başkanlıklarını yürütmüştür.
Tonyukuk’un, kendi adına diktirdiği kitabesinden; Göktürkler, Juan Juan Devleti’nin elinde esir iken doğduğu anlaşılıyor. Esaretten Kutlug Kağan ile birlikte kurtulmuş ve Göktürk Devleti’nin kuruluşunda görev almıştır.
Bilge Kağan’a vezirlik yapmanın yanı sıra, ona kızını vererek kayınpederi de oldu.
İyi bir stratejist ve taktik ustası olmasından ötürü, batılı Türkologlar onun için “Türkler’in Bismarc’ı” ifadesini kullanır.
Tonyukuk, kendisi adına diktirdiği kitabesinde kendini şöyle anlatıyor:
“Tanrı yarlığadığı (nasip ettiği) için Türk Budun içinde silahlı düşmanı gezdirmedim. Damgalı atı koşturmadım. İlteriş Kağan çalışmasaydı; ona uyarak ben kendim çalışmasaydım, il de millet de yok olacaktı. Çalıştığım için il, il oldu; millet de millet oldu. Kendim artık kocadım. Şimdi Bilge Kağan, Türk Budununu iyi idare ederek tahtında oturuyor.”
Türklerin Budizm dinine girmesini engelleyen Vezir Tonyukuk, aynı zamanda Türk milletinin surlarla çevrili şehirlere yerleşerek, Çinliler tarafından yeniden köle edilmesini de engellemesiyle bilinmektedir. Milletine her zaman yol gösterici olan Tonyukuk, açlıktan tokluğa, kölelikten bağımsızlığa erişen milletinin yaşayışını şöyle anlatıyor:
“Karakurum’da tavşan yiyerek, geyik yiyerek oturuyorduk. Budunun boğazı tok idi. Düşmanımız çevrede ocak gibi idi. Biz ateş idik.”
Doğum tarihi bilinmese de, Tonyukuk’un ölümü 726 yılına rastlar. Tonyukuk’un hatırası, ölümünden sonra Bilge Kağan tarafından Bain-Cokto adlı mevkide yaşatıldı.
Nizamülmülk
Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Alparslan ve oğlu Melikşah’ın veziri, büyük devlet adamı. Adı Hâce Kıvâmüddîn Ebû Ali Hasan bin Ali’dir. 1018 yılında İran’ın Tûs şehrinde doğdu ve 1092 yılında Nihavend’de, Hasan Sabbah’ın fedâisi bir bâtinî tarafından şehit edildi.
Kardeşi Ebü’l-Kâsım Abdullah ile birlikte çok iyi bir eğitim gördü. Fıkıh, hadis, edebiyat ve sâir ilimleri çok iyi tahsil etti. Zamânındaki meşhur âlim ve ediplerle devamlı görüştü. Bu, onun idârecilik hayâtındaki kâbiliyet ve başarısının büyüklüğünde mühim rol oynadı.
Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alparslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alparslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alparslan’ın yanında hizmete başladı. Alparslan, Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk unvânı ile taltif edildi. Bu unvânıyla tanındı.
Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alparslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu. Sultan Melikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.
Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pek çok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yaptırdı.
Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pek çok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi.
Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi unvanı ile anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyâsında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup, asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şirâzî burada ders vermekle vazîfeli idi.
Nizâmülmülk’ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi, Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.
Sokullu Mehmet Paşa
1506 yılında Bosna'nın Sokol (Slav dillerinde 'şahin' demektir) kasabasında doğmuştur. Bu nedenle Balkan halkları arasında Mehmet Paşa Sokoloviç olarak anılır. 1519 yılında Devşirme sistemi ile çocuk yaşta Edirne Sarayına getirilmiş, Mehmet adı verilerek Türk ve Müslüman kültürü ile yetiştirilmiştir. Ardından İstanbul'a gönderildi. Topkapı Sarayı'nın Enderun Bölümünde çeşitli görevlerde bulundu. 1541'de Kapıcıbaşılığa yükseldi. 1546'da saray hizmetlerinde başarılı olanların dış göreve atanmaları yolundaki gelenek uyarınca Kaptan-ı Derya lığa getirildi. Görevde iken Trablusgarp Seferi'ne katıldı, İstanbul Tersanesini genişletti ve yeniledi. 1549'da vezirliğe yükselerek Rumeli Beylerbeyliğine atandı.
Avusturya ile 1547'de imzalanan barış antlaşmasının bozulması üzerine Sokollu Mehmet Paşa 1551'de Erdel üzerinde yapılacak seferin komutanlığına getirildi. 80.000 kişilik orduyla Erdel'e giren Sokollu Mehmet Paşa önemli kaleleri aldı, ama Temeşvar Kuşatmasında başarılı olamayarak geri çekildi. Temeşvar 1552'de, Macaristan serdarlığına atlan Kara Ahmet Paşa ile alınabildi.Sokullu Mehmet Paşa Kanuni Sultan Süleyman 1553'te Sokollu Mehmet Paşa'yı Rumeli askerlerinin başında Anadolu'ya gönderdi. Aynı yıl başlayan Nahçıvan Seferinde Sokullu komutasındaki Rumeli askerleri büyük başarı gösterdiler. Sefer dönüşünde Sokullu üçüncü kez vezirliğe yükselerek kubbealtı vezirleri arasına katıldı. Sokollu Mehmed Paşa, Kanuni'nin oğulları arasındaki mücadeleler sırasında da hep Selim'in yanında oldu. Nitekim taht mücadelesini Selim kazandı. Semiz Ali Paşa'nın sadrazamlığa yükselmesiyle ikinci vezir olan Sokullu, onun 1565'de ölmesiyle sadrazamlığa getirildi. Yaşı hayli ilerlemiş olan Kanuni çok güvendiği Sokullu'ya geniş yetkiler vermişti. 1561'de üçüncü vezir iken Kanuni Sultan Süleyman'ın torunu ve Sultan II. Selim'in kızı Esmehan Sultan ile evlendi.
Bu tarihten ölümüne kadarki 15 yıl boyunca Osmanlı devletinin idaresini fiilen elinde tuttu. Kanuni Sultan Süleyman'ın son seferi olan Zigetvar kalesi fethini, padişah öldükten sonra o idare etti. Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünü askerden II. Selim geliceye kadar saklayarak onu tahta çıkarmayı başardı. II. Selim döneminde sürekli sadrazamlıkta kaldı ve devlet işlerini idare etti. Sokullu 1568'de Avusturya ile 8 yıl süren bir barış antlaşması imzaladıktan sonra doğuya yöneldi. Amacı Osmanlı egemenliğini Asya'da ve doğu denizlerinde de güçlendirmekti. Portekiz'in Hint Okyanusu'ndaki artan etkiniğine karşın Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi'ndeki Osmanlı gemilerinin sayılarını attırdı. Hindistan ve Endonezya ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Sokollu ayrıca Tunus'u Osmanlı himayesi altına sokarak,Kuzey Afrika'yı da denetlemek istiyordu. Ama Piyale Paşa ve Lala Mustafa Paşa gibi karşıtların etkisiyle Divan 1570'de Kıbrıs'ın alınması kararını aldı. Sokullu Venediğe karşı böyle bir savaşın Avrupa'yı kendilerine karşı birleştireceği görüşündeydi. Ama Lala Mustafa Paşa Divan'a uyarak 1571'de Kıbrıs'a1 çıktı. Haçlı Donanması'nın misillemesinde Osmanlı donanması İnebahtı'da yenildi. Alınan ağır yenilgi karşısında Osmanlılara gelen bir Venedik elçisine "Biz sizden Kıbrıs'ı alarak kolunuzu kestik, siz ise donanmamızı yenmekle yalnızca sakalımızı kestiniz; unutmayın ki, kol bir daha yerine gelmez, ama sakal eskisindende gür çıkar." dedi. Gerçekten de Sokullu'nun dediği oldu ve Venedikliler barış istemek zorunda kaldılar. Daha sonra Osmanlı Donanması Tunus'u İspanyollardan aldı.
Sokullu 1574'te ölen II. Selim'in yerine geçen III. Murat döneminde de sadrazamlığını sürdürdü. Fakat artık eski gücü yoktu çünkü padişah da artık onun karşıtlarıyla işbirliği halindeydi. Sokullu yine de bazı siyasal başarılara imza attı. Fas'ı Portekiz akınlarından kurtardı, Avusturya'nın saray içine dönük oyunlarını etkisiz hale getirdi. Fakat baskılar artık iyice artmıştı, amcasının oğlu Budin Beylerbeyi Mustafa Paşa sudan bir nedenle idam ettirildi. 1579 yılında ise 3. Murat' ın eşi Safiye Sultan tarafından tutulan ve derviş kılığına girmiş bir yeniçeri tarafından hançerlenerek öldürüldü ve Eyüp'te defnedildi.
Sokullu Mehmet Paşa 14 yıl süren sadrazamlığı boyunca usta bir siyasetçi olarak öne çıkmış, birçok askeri ve siyasal başarının elde edilmesinde birinci derecede rol almıştır. 60 yıllık devlet hizmeti sırasında da hiçbir görevinden alınmamış, daima bir üst göreve atanmış olması da ayrı bir özelliğidir. Sokullu bir tanesi İstanbul'da, diğerleri Lüleburgaz, Havsa (Edirne) ve Payas (Hatay)'ta bulunan beş külliyesi, imparatorluğun hemen her yanına yayılmış eserleri vardır.
Don ve Volga ırmakları arasında bir kanal açarak Osmanlı donanmasına Hazar Denizi yolunu açma, Süveyş Kanalı'nı açma, İzmit Körfezi-Sapanca Gölü-Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz'e alternatif bir boğaz açma gibi çağının ötesinde projeleri vardı. Don-Volga kanalı için gerekli işgücü seferber edildi, ancak hava şartları nedeniyle çalışmalar sürdürülemedi. Süveyş Kanalı düşüncesiyle ön adım olarak Sudan zaptedildi. Ancak bu proje de sonuca ulaşamadı. Devlet teşkilatı içinde de önemli düzenlemeler yapmıştır.
Adı bilinen ilk Türk yazar ve tarihçisidir. Göktürk Devleti’nin kurucusu Kutlug Kağan başta olmak üzere Kapağan Kağan ve Bilge Kağan’a danışmanlık yapmış, meclis başkanlıklarını yürütmüştür.
Tonyukuk’un, kendi adına diktirdiği kitabesinden; Göktürkler, Juan Juan Devleti’nin elinde esir iken doğduğu anlaşılıyor. Esaretten Kutlug Kağan ile birlikte kurtulmuş ve Göktürk Devleti’nin kuruluşunda görev almıştır.
Bilge Kağan’a vezirlik yapmanın yanı sıra, ona kızını vererek kayınpederi de oldu.
İyi bir stratejist ve taktik ustası olmasından ötürü, batılı Türkologlar onun için “Türkler’in Bismarc’ı” ifadesini kullanır.
Tonyukuk, kendisi adına diktirdiği kitabesinde kendini şöyle anlatıyor:
“Tanrı yarlığadığı (nasip ettiği) için Türk Budun içinde silahlı düşmanı gezdirmedim. Damgalı atı koşturmadım. İlteriş Kağan çalışmasaydı; ona uyarak ben kendim çalışmasaydım, il de millet de yok olacaktı. Çalıştığım için il, il oldu; millet de millet oldu. Kendim artık kocadım. Şimdi Bilge Kağan, Türk Budununu iyi idare ederek tahtında oturuyor.”
Türklerin Budizm dinine girmesini engelleyen Vezir Tonyukuk, aynı zamanda Türk milletinin surlarla çevrili şehirlere yerleşerek, Çinliler tarafından yeniden köle edilmesini de engellemesiyle bilinmektedir. Milletine her zaman yol gösterici olan Tonyukuk, açlıktan tokluğa, kölelikten bağımsızlığa erişen milletinin yaşayışını şöyle anlatıyor:
“Karakurum’da tavşan yiyerek, geyik yiyerek oturuyorduk. Budunun boğazı tok idi. Düşmanımız çevrede ocak gibi idi. Biz ateş idik.”
Doğum tarihi bilinmese de, Tonyukuk’un ölümü 726 yılına rastlar. Tonyukuk’un hatırası, ölümünden sonra Bilge Kağan tarafından Bain-Cokto adlı mevkide yaşatıldı.
Nizamülmülk
Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Alparslan ve oğlu Melikşah’ın veziri, büyük devlet adamı. Adı Hâce Kıvâmüddîn Ebû Ali Hasan bin Ali’dir. 1018 yılında İran’ın Tûs şehrinde doğdu ve 1092 yılında Nihavend’de, Hasan Sabbah’ın fedâisi bir bâtinî tarafından şehit edildi.
Kardeşi Ebü’l-Kâsım Abdullah ile birlikte çok iyi bir eğitim gördü. Fıkıh, hadis, edebiyat ve sâir ilimleri çok iyi tahsil etti. Zamânındaki meşhur âlim ve ediplerle devamlı görüştü. Bu, onun idârecilik hayâtındaki kâbiliyet ve başarısının büyüklüğünde mühim rol oynadı.
Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alparslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alparslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alparslan’ın yanında hizmete başladı. Alparslan, Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk unvânı ile taltif edildi. Bu unvânıyla tanındı.
Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alparslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu. Sultan Melikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.
Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pek çok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yaptırdı.
Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pek çok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi.
Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi unvanı ile anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyâsında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup, asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şirâzî burada ders vermekle vazîfeli idi.
Nizâmülmülk’ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi, Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.
Sokullu Mehmet Paşa
1506 yılında Bosna'nın Sokol (Slav dillerinde 'şahin' demektir) kasabasında doğmuştur. Bu nedenle Balkan halkları arasında Mehmet Paşa Sokoloviç olarak anılır. 1519 yılında Devşirme sistemi ile çocuk yaşta Edirne Sarayına getirilmiş, Mehmet adı verilerek Türk ve Müslüman kültürü ile yetiştirilmiştir. Ardından İstanbul'a gönderildi. Topkapı Sarayı'nın Enderun Bölümünde çeşitli görevlerde bulundu. 1541'de Kapıcıbaşılığa yükseldi. 1546'da saray hizmetlerinde başarılı olanların dış göreve atanmaları yolundaki gelenek uyarınca Kaptan-ı Derya lığa getirildi. Görevde iken Trablusgarp Seferi'ne katıldı, İstanbul Tersanesini genişletti ve yeniledi. 1549'da vezirliğe yükselerek Rumeli Beylerbeyliğine atandı.
Avusturya ile 1547'de imzalanan barış antlaşmasının bozulması üzerine Sokollu Mehmet Paşa 1551'de Erdel üzerinde yapılacak seferin komutanlığına getirildi. 80.000 kişilik orduyla Erdel'e giren Sokollu Mehmet Paşa önemli kaleleri aldı, ama Temeşvar Kuşatmasında başarılı olamayarak geri çekildi. Temeşvar 1552'de, Macaristan serdarlığına atlan Kara Ahmet Paşa ile alınabildi.Sokullu Mehmet Paşa Kanuni Sultan Süleyman 1553'te Sokollu Mehmet Paşa'yı Rumeli askerlerinin başında Anadolu'ya gönderdi. Aynı yıl başlayan Nahçıvan Seferinde Sokullu komutasındaki Rumeli askerleri büyük başarı gösterdiler. Sefer dönüşünde Sokullu üçüncü kez vezirliğe yükselerek kubbealtı vezirleri arasına katıldı. Sokollu Mehmed Paşa, Kanuni'nin oğulları arasındaki mücadeleler sırasında da hep Selim'in yanında oldu. Nitekim taht mücadelesini Selim kazandı. Semiz Ali Paşa'nın sadrazamlığa yükselmesiyle ikinci vezir olan Sokullu, onun 1565'de ölmesiyle sadrazamlığa getirildi. Yaşı hayli ilerlemiş olan Kanuni çok güvendiği Sokullu'ya geniş yetkiler vermişti. 1561'de üçüncü vezir iken Kanuni Sultan Süleyman'ın torunu ve Sultan II. Selim'in kızı Esmehan Sultan ile evlendi.
Bu tarihten ölümüne kadarki 15 yıl boyunca Osmanlı devletinin idaresini fiilen elinde tuttu. Kanuni Sultan Süleyman'ın son seferi olan Zigetvar kalesi fethini, padişah öldükten sonra o idare etti. Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünü askerden II. Selim geliceye kadar saklayarak onu tahta çıkarmayı başardı. II. Selim döneminde sürekli sadrazamlıkta kaldı ve devlet işlerini idare etti. Sokullu 1568'de Avusturya ile 8 yıl süren bir barış antlaşması imzaladıktan sonra doğuya yöneldi. Amacı Osmanlı egemenliğini Asya'da ve doğu denizlerinde de güçlendirmekti. Portekiz'in Hint Okyanusu'ndaki artan etkiniğine karşın Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezi'ndeki Osmanlı gemilerinin sayılarını attırdı. Hindistan ve Endonezya ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Sokollu ayrıca Tunus'u Osmanlı himayesi altına sokarak,Kuzey Afrika'yı da denetlemek istiyordu. Ama Piyale Paşa ve Lala Mustafa Paşa gibi karşıtların etkisiyle Divan 1570'de Kıbrıs'ın alınması kararını aldı. Sokullu Venediğe karşı böyle bir savaşın Avrupa'yı kendilerine karşı birleştireceği görüşündeydi. Ama Lala Mustafa Paşa Divan'a uyarak 1571'de Kıbrıs'a1 çıktı. Haçlı Donanması'nın misillemesinde Osmanlı donanması İnebahtı'da yenildi. Alınan ağır yenilgi karşısında Osmanlılara gelen bir Venedik elçisine "Biz sizden Kıbrıs'ı alarak kolunuzu kestik, siz ise donanmamızı yenmekle yalnızca sakalımızı kestiniz; unutmayın ki, kol bir daha yerine gelmez, ama sakal eskisindende gür çıkar." dedi. Gerçekten de Sokullu'nun dediği oldu ve Venedikliler barış istemek zorunda kaldılar. Daha sonra Osmanlı Donanması Tunus'u İspanyollardan aldı.
Sokullu 1574'te ölen II. Selim'in yerine geçen III. Murat döneminde de sadrazamlığını sürdürdü. Fakat artık eski gücü yoktu çünkü padişah da artık onun karşıtlarıyla işbirliği halindeydi. Sokullu yine de bazı siyasal başarılara imza attı. Fas'ı Portekiz akınlarından kurtardı, Avusturya'nın saray içine dönük oyunlarını etkisiz hale getirdi. Fakat baskılar artık iyice artmıştı, amcasının oğlu Budin Beylerbeyi Mustafa Paşa sudan bir nedenle idam ettirildi. 1579 yılında ise 3. Murat' ın eşi Safiye Sultan tarafından tutulan ve derviş kılığına girmiş bir yeniçeri tarafından hançerlenerek öldürüldü ve Eyüp'te defnedildi.
Sokullu Mehmet Paşa 14 yıl süren sadrazamlığı boyunca usta bir siyasetçi olarak öne çıkmış, birçok askeri ve siyasal başarının elde edilmesinde birinci derecede rol almıştır. 60 yıllık devlet hizmeti sırasında da hiçbir görevinden alınmamış, daima bir üst göreve atanmış olması da ayrı bir özelliğidir. Sokullu bir tanesi İstanbul'da, diğerleri Lüleburgaz, Havsa (Edirne) ve Payas (Hatay)'ta bulunan beş külliyesi, imparatorluğun hemen her yanına yayılmış eserleri vardır.
Don ve Volga ırmakları arasında bir kanal açarak Osmanlı donanmasına Hazar Denizi yolunu açma, Süveyş Kanalı'nı açma, İzmit Körfezi-Sapanca Gölü-Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz'e alternatif bir boğaz açma gibi çağının ötesinde projeleri vardı. Don-Volga kanalı için gerekli işgücü seferber edildi, ancak hava şartları nedeniyle çalışmalar sürdürülemedi. Süveyş Kanalı düşüncesiyle ön adım olarak Sudan zaptedildi. Ancak bu proje de sonuca ulaşamadı. Devlet teşkilatı içinde de önemli düzenlemeler yapmıştır.
Forza Der ki;
Beşiktaş : "hocam kornerden topa vurdum gol attım''..
haramiler : yok o sayılmaz,hakem bu saymaz saymaz, bir daha atacaksın..
(yahu ne zorunluluğum var attım işte)
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "hocam kalecim topa elle dokunmadı ama sen oyundan attın''
haramiler : yanlış görmüşüm ama sen sahada niye varsın? yeri geldi mi beni de yeneceksin..
(hö, seni de mi yeneceğim! yahu bu oyun rakiple oynanmıyor mu)
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "hocam her maç bana sarılar havada uçuşurken, zamanında 5 kırmızıyı görmüşken, ligin kırılma maçında penaltı beklediğim an en golcü oyuncum kırmızıyı görmüşken; rakiplerim sana küfrediyor, ayağına basıyor, yüzüne top fırlatıyo, es-kaza sarı verirsen veriyorsun, çoğu senin kapsama alanın dışında kalıyor''...
haramiler : ama ben herşeyi objektif yorumlayıp çalarsam abilerim decoder satamaz, işsiz kalırlar..
(he evet bunu daha önce de duymustum,neme lazım zaten memlekette kriz var kimse işsiz kalmasın varsın bana çifte standart olsun)
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "hocam bana penaltı çalarken kılı kırk yararsınız, çalınanlar da yayıncı kurulusun gazabına uğrar ama rakiplerime kepçeyle dağıtırsınız, hele ki kırmızı renklisine...''
haramiler : onlar arif erdemin torunları...
(yahu biz onu arif elle attı .erefsizsin galatasaray diye duymustuk ama)
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "hocam dün kornerlerde 2 kez sahaya top atıldı. 30 ar saniyeden 1 dakika ve daha önemlisi kosantrasyon kaybı oldu, hele ilk yarıda en etkili dakikalarımzıda sağdan Serdar bindirmişken Nobre diğer topu oyun alanı dışına atmak için pozisyondan oldu, biraz da bunları konuşsak... 3 sene evvel bitmiş maçta davul kasnağından sahamız kapanmıştı da derbi öncesi onun gerginliğinden maç havasından uzaklaşmıştık...''
haramiler : kes sesini top atılır saha bu zamanında o saha hem de 2 defa atılan şemsiyeden kapandı da birilerinin talimatıyla açıldı, orası kadıkoy kurallar farklı işler... ispanyolca küfür serbest, toplku halde küfür serbest, kablo kesmek serbest, muz cumhuriyeti kanunları geçiyor orada... ilgili yetkililer de 3 maymunu oynuyor.
(2003-2004 senesi ya doğru; aman hocam bi hatamız olduysa affola)
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "hocam gelirken münferit gelin karayoluyla gelin diyorsun, stad denizin dibinde değil ki vapura bineceğim KARAYOLUnu kullanarak 20 dk yürüyüp altıyoldan kardeşlerimle, arkadaslarımla stada geleceğim, hem başkasının atkısını takıp kimliğimi de gizlemem, zorluk çıkarmam, dolanırım Sİyah-Beyaz'a öyle gelirim... karayolundan kasıt taksilerse ben son paramı bilete verdim malum 66 YTL, bi de borsadan alan arkadaşlar var fiyatlar 150-200''...
haramiler : bilete para buluyosun da taksiye mi para bulamıyosun, karaborsa işini ben bilmem beyim bilir..
(tabi canım taksici esnafı da karaborsacı vatandaşlarda kazansın denizde kum bizde para zaten)..
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "hocam tuvaletlerde pisuar yok nereye ne yapıcam afedersin..''
haramiler : koca adam olmuşsun çişini tutamıyosun, 17.00 de gir en geç dedik 21.00 da maç biter 22.00 da çıkar, 23.30' a kadar yürür 00.30 de evde olursun... hiç tutmadın mı sen 5 saat..
(galiba bu sefer de prostat olup doktorları kalkındıracaz, para çoook bizde)
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "bu stadda uefa finali oynanacakmıs. yolun kenarındaki dar aradan girerken bazı arkadaşlarımız nefessiz kaldı. bari memleketimizin kötü reklamı olmasın, biraz çeki düzen verseniz mesela büfeler de ilk yarıda kapanmasa...''
haramiler : bu stad kurumsal bi lokasyon.domestik yatırımcılar invest yapıyorlar ciro elde ediyorlar..
(hayırlı birşey söyledi galiba)
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "hocam maçtan 3 gün önce, ''Beşiktaş'ı bitireceğim'' diyen, 3 gün sonraki rakibimle yakınlığı kendi kongresinde ve kendi maçında 4-0'dan sonra bağırılan tezahuratlarla tescillenmiş, eski federasyon görevlisi,eski kulüp başkanı,yeni federasyon görevlisi şahısla, yine Beşiktaş'a ve Çarşı 'ya antipatisiyle bilinen a.y. birlikte yemekte buluşuyorlar''...
haramiler : adamın lokmalarını mı sayıyosun sen
(yok efendim tabi restauant da para kazansın)
--------------------------------------------------------------------------------------------------
Beşiktaş : "stadımda sadece g.toğlanı dendi diye -Can Yücel Abim doğru bi laf etmiş bu konuda, her neyse-, "stadlarda küfür var, çoluk - çocuk futboldan soğuduk" diye feryat edenler dün akşam, dakika 1 Beşiktaş aşağı Beşiktaş yukarı diye edilen küfürleri duydular mı acaba''
haramiler : yok sanmıyorum diplerinde değilseler duyamamışlardır... seni sevmesem de kabul ediyorum;
2525>48005...
--------------------------------------------------------------------------------------------------
İLLA KABLO MU KESELİM, İLLA DECODERLERLE AĞLAYALIM MI
NE DÜZENE ALET OLDUK NE DÜZENDEN MUTLU OLDUK
RENKLENDİRİLMİŞ LİG DE
GURURUYLA, SİYAHIYLA-BEYAZIYLA YAŞAYANLAR OLDUK
haramilerin çaldıkları emeklere, sese, nefese, paraya, kurulan ittifaklara, ağzı salyalı sunucu ve yorumculara, atıp tutan alkol oranı yüksek renkli yazarlara İNAT MÜCADELEYE DEVAM...
SAFLARI SIKLAŞTIRIN ÇOCUKLAR..
çünkü; bizim
MÜCADELEMİZİN ADI BEŞİKTAŞ...!!!
HÜSEYİN NİHAL ATSIZ (1905-1975)
Atsız" demek, bir bir mücadelenin tarihi demektir. "Atsız" demek, milletini sevmenin ve bu uğurda bir hayatı feda etmenin, zorluklarin, sıkıntıların, yargılanmaların ve azmin zirveleşmiş bir efsanesi demektir. Bu mücadele aynı zamanda O´nun önceden görerek karsı koymaya calıstığı ve uyardığı ihanet ve gafletin de hikayesidir!...
"Atsız" bir edebiyatçı, bir tarihçi olmasının yanı sıra, özellikle bir "FİKİR ADAMI" dir. Bütün hayatı boyunca da, hiçbir zaman politik davranmadığı gibi, hiçbir yerdende çıkar beklememiştir.
"Hayat" nihayetinde bir tercih meselesidir. Kimi "kemik peşinde" dir, kimi "köpek sosyetesi´dir!"... Ama kimisi vardır ki, "maziye, ırka,sancağadır iftiharı." Velhasıl, "herkes bir özdeyişle yaşar". Ancak bu insan, "ben bu dünyanin nesindeyim" diye sorabilendedir. Yoksa, "zevke, eğlenceye hayvan da koşar"!..
HAYATI (1905-1975)
Hüseyin Nihal ATSIZ Bey´in babası, Gümüşhane ilinin Dorul ilcesinin Midi köyünden "Çiftcioğulları" ailesine mensup (Deniz Makina Önyüzbaşısı) Hüseyin Ağa´nin oğlu (Deniz Güverte Binbaşı) Mehmet Nail Bey olup; annesi ise, Trabzon´un kadıoğulları ailesinden (Deniz Yarbayı) O)sman Fevzi Bey´in kızı fatma Zehra Hanım´dır
Atsız´ın babası Mehmet Nail Bey (1877-1944) donanmaya girer ve Deniz Güverte Binbaşlığına kadar terfi eder. 1903 yılındaYüzbaşı iken ilk eşi Fatma Zehra Hanim´la evlenir. Bu evlilikten, 12 Ocak 1905´de Hüseyin Nihal, 1 Mayıs 1910´da Ahmet Necdet (SANCAR) ve Aralık 1912´de de Fatma Nezihe (ÇİFTÇİOGLU) olmak üzere üç çocuğu olur.
Atsız, ilkokula, altı yaşında, Kadıköy´de ki Fransız okul´unda başlar. Fakat çok geçmeden, çıkan bir yangında okulun yanması sonucu aynı semtteki Alman Okulu´na verilir (1911). Bir süre sonra, Kızıldeniz´de bulunan Malatya ganbotunun suvarisi olan babasının yanına gider.Bu arada Türk-İtalyan savaşı çıkar ve ganbotun İstanbul´un emri ile Süveyş´e sığınması üzerine Atsız´da bir kaç ay Fransız okuluna devam eder.
İstanbul sultanisi´nin onuncu sınıfında iken (1922) , imtihanla Askeri Tıbbiye ´ye girer. Tıbbiyeden sonra Kabataş Lisesi´nde üç ay kadar yardımcı öğretmenlik yapar. Bilahere Deniz Yollar´ının "Mahmut Şevket Paşa" adlı vapurunda katip olarak calışır ve birkaç seferde katılır. Ancak bu işden tatmin olmaz ve 1926 yılında İstanbul Darulfünunu´nun (üniversitesinin) Edebiyat Fakültesinin yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi´ne kaydolur.
Atsız fakülteden mezun olduktan sonra, Hocası Köprülü, Maarif Vekaleti nezdinde Atsız için aracılık eder ve sekiz yıllık mecburi hizmetlerini affettirerek, kendi yanına asistan olarak alır. (25 Ocak 1931).
1950-1952 ve 1962-1964 yıllarında devam ettirdiği Orkun'dan sonra 1 Ocak 1964 tarihinden itibaren Ötüken adıyla çıkardığı dergide, Türkiye'de gittikçe hız kazanan bölücülük hareket ve tertiplerini açıklayan bir seri yazısı yüzünden, sonunda Yargıtay'ın kararı bozmasına rağmen, oy çokluğu ile on beş ay hapse mahkûm edilmiş, Toptaşı Cezaevi'ne sevk edilmiş , bir müddet sonra reviri olan Sağmacılar Cezaevi'ne nakledilmiştir. Bir buçuk yıllık cezası kesinleşince, onun bilgisi dışında milliyetçi aydın çevrelerin harekete geçmesi ve yağan protesto telgrafları üzerine Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün yetkisini kullanması sonucu 22 Ocak 1974 tarihinde Bayrampaşa Cezaevinden tahliye edilmiştir .
ESERLERİ
Tarih, edebiyat, edebiyat tarihi ve bibliyografya gibi değişik sahalarda çok sayıda kitap ve makalenin sahibi olan Atsız'ın eserlerini şöyle sıralayabiliriz:
- Çanakkale'ye Yürüyüş, İstanbul 1933.
- 16. asır şairlerinden Edirneli Nazmi'nin Eseri ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakımından Ehemmiyeti, İstanbul 1934.
- Komünist Don Kişotu Proleter Burjuva Nazım Hikmetof Yoldaşa, İstanbul 1935.
- Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar, I. Bölüm, En Eski Zamanlardan başlayarak Apar Sülalesinin düşmesi tarihi olan Miladi 552'ye kadar, İstanbul 1935.
- 15. Asır Tarihçisi şükrullah, Dokuz Boy Türkler veOsmanlı Sultanları Tarihi, Eski Türklerle Fatih Sultan Mehmed'in tahta oturuşuna kadar olan Osmanlı
tarihinden bahseder,İstanbul 1939.
- Müneccimbaşı, şeyh Ahmed Dede Efendi, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1940.
- 900. Yıldönümü (1040-1940), İstanbul 1940.
- İçimizdeki şeytanlar, İstanbul 1940.
- Türk Edebiyatı Tarihi, En eski çağlardan başlayarak Büyük Selçukluların sonuna kadar, İstanbul 1940.
- Dalkavuklar Gecesi, İstanbul 1941.
- En Sinsi Tehlike, İstanbul 1943.
- Hesap Böyle Verilir, İstanbul 1943.
-İ. Süruri Ermete (Üçüncü dereceden harb malûlü piyade subayı), Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir(Türk-Rus Savaşının özeti), İstanbul 1946.
- Yolların Sonu, İstanbul 1946.
- 18 Bozkurtların Ölümü, İstanbul 1946.
- Bozkurtlar Diriliyor, İstanbul 1949.
- Osmanlı Tarihleri I, İstanbul 1949. Türkiye Yayınevi'nin bu ad altında kurduğu dizinin bu ilk cildinde şu yayınları vardır: a- Ahmedî, Dastan ve Tevarih-i
Mülûk-ı al-i Osman, b-Şükrullah Behçetüttevarih, c- aşıkpaşaoğlu Ahmed aşıkî, Tevarih-i al-i Osman.
- Türk Ülküsü, İstanbul 1956.
- Deli Kurt, İstanbul 1958.
- Osman (Bayburtlu), Tevarih-i Cedîd-i Mir'at-ı Cihan, İstanbul 1961.
- Osmanlı Tarihine Ait Takvimler I, 824, 835 ve 843 tarihli takvimler, İstanbul 1961.
- Ordinaryüs'ün Fahiş Yanlışları, İstanbul 1961.
- Türk Tarihinde Meseleler, Ankara 1966.
- Birgili Mehmed Efendi Bibliyografyası, İstanbul 1966.
- İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuud Bibliyografyası, İstanbul 1967.
- ali Bibliyografyası, İstanbul 1968.
- aşıkpaşaoğlu Tarihi, İstanbul 1970.
- Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler I, İstanbul 1971.
- Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler II, İstanbul 1972.
- Ruh Adam, İstanbul 1972.
- Oruç Beğ Tarihi, İstanbul 1973.
- Türk Ansiklopedisi'nde 40 kadar madde. Ayrıca Atsız'ın yazdığı makaleler, dört cilt halinde Makaleler I, Makaleler II, Makaleler III, Makaleler IV, adıyla
Baysan Yayınları tarafından İstanbul'da 1992 tarihinde yayımlanmıştır
YOLLARIN SONU
Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize.
Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların...
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.
Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların
Yalnız bir hatırası kaldı artık yanımda.
Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağına.
Hâlbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Değişilir topu da bir sokak kaltağına
İster düşün... Kendini ister hayale kaptır...
Uzar, uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların.
Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptır
Sevimli bir hayale açılırken kolların.
Ey doğunun alnımı serinleten rüzgârı!
Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!
Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları.
Düştüğü yer uzakta "DİLEK" adlı bir saray.
O sarayda bulunca tanrılaşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da "Kür Şad" uzatarak elini:
"Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun!" diyecek.
1932
Başbuğ'dan Türkçülük ve Türk Birliği
Üzerinde iftiralarla, yalan ve yanlislarla dolu münakasalar yaparak,
fikir yürütmek, bilhassa 1944 ve daha sonraki yillarda kötü bir adet
haline getirilmis olan Türkçülük ve Türk Birligi Ülküsü hakkinda, bir
inceleme yapmanin zamani çoktan gelmistir.
Türkçülügün ve Türk birligi ülküsünün, bir cürüm olarak kabul
edilmesinden ve bu yolda büyük propagandalara girisilmesinden sonra,
Türkiye' de Türk olmak ve Türkçülükten bahsemek bile korkulacak hal
olmustu.
Allaha' a sükürler olsun ki, 14 Mayis 1950' de Türk Milleti' nin
vermis oldugu sanli bir kararli, mes' um tek parti zihniyeti yikilmis
ve Türkçülügün ufku yeniden aydinlanmistir.
Türkçülük ne demektir diye bir soru sordugumuz zaman, hatirimiza
gelmesi gerekli olan seyler bugün herkese göre degismektir.
Çok muhtemeldir ki böyle bir soru karsisinda bazi kimseler koyu bir
gafletin ve adi bir menfaat taassubunun tahrikleri ile yaatilan
propagandalarinin tesiri altinda fasizmi düsünecek, diger bazi
kimseler de bunu ifade ettigi manadan büsbütün habersiz görünecektir.
Hele gençlerin çogunun, buna ait esasli hiçbirsey bilmedigi hakikati
önemle ele alinacak bir olaydir.
Bununla ilgili aci bir misali burada söylemeden geçemeyecegim.
1948 yilinda Amerika' da iken genç bir arkadasim birgün okul
kütüphanesinde "ENSILOPEDY BRITANICA" yi karistirirken "Türk"
kelimesinin karsisindaki izahi da okumus ve orada "Türkçülük denilen
sovenizm ile Türkler' in, yurtlarinda eskidenberi yasamakta olan Türk
olmayan unsurlari gücendirerek kendilerine düsman ettigini, bu yüzden
bu yabanci unsurlarda da milli duygularin uyanarak gelistiginin"
yazili bulundugunu görmüs.
Bu hususa ait hiçbir bilgisi olmayan bu genç Türk çocugu yukarida
bahsi geçen ifadelere inanmaktan da kendini alamamisti.
"Nasil olur" diyordu. "Ilim yetkisi, dünyaca taninmis bir
ansiklopedinin yazdigi seyler yanlis olur mu?" Bu sebepten benimle bir
hayli münakasalara da giristi.
Fakat neticede, Türkçülügün, hiristiyan ve müslüman bütün yabanci
unsurlarin Türkler' e karsi gösterdikleri sistemli ve nankörce bir
düsmanliktan ve hiyanetten dolayi, Türkler' in kendi varliklarini
korumak kaygisindan dogdugunu anla***** kanaatini degistirmistir.
Iste, yukaridaki sebeplerden ötürü Türkçülügün ne gibi bir mana ifade
ettigini ve dogus sebeplerini kisaca izaha çalismak faydali olacaktir
saniyorum.
Osmanli tarihinde söyle üstünkörü bir göz atildigi taktirde dahi
görülür ki, hiçbir zaman devletin siyasetinde ve Türk sosyal hayatinda
sovenizme varan bir milliyetçilik hakim olmamistir.
Degil yalniz küçük memuriyetlere, sadrazamlik gibi en yüksek makamlara
bile her soydan insanlar getirilmistir.
Tanzimat' a kadar yurt içerisinde diger dinlere ve milliyetlere karsi,
o devirlerde hiçbir memlekette bulunmayan ve asiri sayilabilecek olan
bir müsamaha ile malul koyu bir Islamcilik hakim olmustur.
Müslümanligi benimsemekle o kadar ileri gidilmistir ki, bu yüzden
Suriye ve Irak' ta hatta Filistin ve Misir' da sayisi milyonlari asan
Türk halki araplasarak, yavas yavas eriyerek kayboldu. Türkçe her
tarafta ihmal edilerek arapça ve farsça kelimeler kullanmak mukaddes
bir moda ve zevk haline geldi.
Tanzimat' tan sonra ise, Islamciligin yaninda ortaya resmen bir
Osmanlicilik fikri çikti. Bu fikir, çesitli din ve milliyet tasiyan
unsurlarin haritasindan ortaya bir Osmanli milleti çikarmak hayali
idi.
Iste bu kakikatlar karsisinda, Türk Milleti' nin sövenliginden
bahsetmek, ilmin gerektirdigi tarafsizliga sirt çevirerek, adi bir
garazkarligin esiri olmaktan baska bir sey sayilmaz.
Türkler ancak, gösterdikleri sonsuz müsamahalardan ve lütuflardan
sonra gördükleri sistemli düsmanlik ve hiyanetlere karsi bir reaksiyon
göstermek zorunda kalmislardir. Türkçülük ve Türk milliyetçiligi,
yunan, bulgar, sirp, ermeni, arnavut, arap ve diger unsurlarin
milliyetçilik ve ayrilik duyngularinin tesiri altinda, bir nefis
korumasi gayesi ile meydana gelmis ve hiç bir zaman haksiz ve
tecavüzkar olmamistir.
Türkçülük, Türk Millet' nin, ilim, sanat, ziraat, iktisat, kültür ve
diger her alanda, milli gelenek ve milli bünyeye uygun bir sekilde
kalkindirilmasi içte ve dista her çesit saldirginliklara karsi
korunarak hür ve müstakil olarak yasatilmasini hedef tutan bir
Ülküdür.
Böyle bir ülkü, her milletin kendisi için mukaddes bir hak oldugu gibi
Türk Millet için ve onu teskil eden her fert için de en mukaddes ve en
tabii bir hakkidir.
Türkçülügü, her ne sebeple olursa olsun, şu veya bu sekilde iftira ve
ithamlar altinda birakmaya kalkismak ise, bunu yapanlarin en hafif bir
tabirle iyi niyetinden ve Türk Milleti' ne olan sevgisinden süphe
etmeği gerektirir.
Türk birligi Ülküsü, yer yüzündeki bütün Türkler'in bir millet ve bir
devlet halinde, bir bayrak altinda toplanmasi ülküsüdür. Bunu
tahakkuku, bazi kimselere ilk bakista imkansiz gibi görülebilir. Bir
çok kimseler bunu zararli bir hayal (ütopi) olarak da
vasiflandirilabilir. Fakat unutmamak lazimdir ki, her hakikat önce bir
hayal ile baslar. Yine hatirlamak gerektir ki, 1919 yilinda hür ve
müstakil bir Türkiye kurmak için Anadolu' da dünyanin galiplerine
karsi savasa girismek de çilginlik ve hayal diye vasiflandirilmisti.
Fakat inanmis ve kendilerini bir ülkeye vermis olanlar, yurdu
kurtarmaya ve müstakil bir Türkiye meydana getirmeye muvaffak oldular.
Türk birligi de sistemli çalismak, firsat kollamak ve her seyden önce
Türkiye' yi korumak ve yükseltmeye çalismak suretiyle bir gün elbet
hakikat olacaktir. Zaman zaman, hasis ve sinsi emellerin esiri bulunan
bazi kimseler, bunu Türkiye' yi hemen Rusya'ya ve Türkler'in yasamakta
olduklari diger memleketlere taarruza ve harbe sürükleyecek bir macera
fikri olarak göstermeye yeltendiler.
Türk birligi fikrini güdenleri, Türkiye' yi kudreti disinda islere
sokarak felakete yuvarlamak ve "Memleketi yikmak için birebir çareyi"
bulmus olmakla itham ederek haklarinda her çesit iftira, hakaret
ülküsünü tasiyan, iman sahibi insanlar, Türk Milleti' nin sahip oldugu
kudret ve imkanlari gayet iyi hesaplayabilen kimselerdi. Sahip
olduklari milli suur, fikir ve ilim kabiliyetleri, Türk Milleti' ni
her türlü maceralardan korumak gerektigini bilmelerine imkan
saglayacak durumda idi. Bunlarin hiç birisi memleketin harbe
sürüklenmesini ve bugünkü sinirlar disinda mevsimsiz olarak gayretler
sarfedilmesini istemek söyle dursun hatirindan bile geçirmiyordu.
Türk Birligi fikrini güdenlerin ülküsü:
1- Önce her türlü insanlik haklarindan mahrum edilmis bulunan ve
iskence ile imhasina çalisilan esir Türklerin propaganda yolu ile
haklarini korumak.
2- Diplomasi yollari ile bunlara her çesit yardimi saglamaya çalismak.
3- Arada, imkan nispetinde kültür birligi kurmaya çalismak ve bunu
kuvvetlendirmek.
4- Esir bulunan Türk yurtlarinin ayri ayri istiklal kazanarak, hür
milletler toplulugu içinde layik olduklari yerleri almalarini
saglamaya çalismak.
5- Esir bulunduklari ülkelerden, mülteci ve mucahir olarak gelenleri
sicak bir ilgi ile karsilayip her çesit kabil olan yakin hedeflere
ulasmaya çalismaktan ibarettir. Bundan baska uzak bir hedef olarak da
bagimsizliklarini alacak Türk ülkelerinin ilerde aralarinda saglam bir
kültür birligi kurduktan sonra beraberce verecekleri bir kararla,
büyük bir Türk birligi meydana getirmeleri dilegi gelmekle idi. Simdi
bu düsüncelerde, Türk Milleti için acaba ne gibi zarar bulabiliriz?
Kanaatimizce hiç bir zarar bulunamaz. Aksine olarak çok büyük faydalar
vardir. Böyle bir ülkü, halka ve bilhassa gençligin heyecan ve hiz
kaynagi olur ve Türkiye' nin kalkinmasi için daha çok çalismayi
saglar. Sonra ruslar, "Panslavizm" Islav Birligi, almanlar
pancermenizm" (Cermen Birligi), araplar; arapbirligi, yahudiler;
yahudi birligi, yunanlilar; enosis," diye Kibrisi istyerek yunan
birligi pesinde kosarlarken, bulgarlar, bulgar, bulgar birligi diye
makedonya ve Trakya üzerinde bos iddialarda bulunurken Türklerin 350
milyonluk kendi öz kardesleri arasinda bir birlik kurmak istemeleri
neden günah sayiliyor? Her millet için milli birlik kurmak mukaddes
bir hak kabul edildigi halde, bu hak neden Türkler için taninmasin?
Hele bu mukaddes hak ve dilek neden Türkiye' de suç ve cürüm olarak
karsilaniyor? Ve neden bu fikrin sahipleri 1944 yilinda en agir
hareketlere ve iskencelere ugratildi? Insaniyetçilik ve insan
haklarina hürmetle kendilerini ön safta göstermeye yeltenmis olan o
meshur...
Türkçülük düsmanlari için her çesit insan haklarindan mahrum yasayan
milyonlarca Türk' e insan gibi yasamak hakki saglamayi dilemek,
nedencürüm sayiliyor? Türklerin yasadigi ve Türk Bayraginin serefle
dalgalandigi bu topraklarda kalpleri Türklük için çarpan kimseleri,
birtakim bedbahtar, türlü iftira ve hareketler tertipleyerek, moskova'
ya jurnal eder mahiyette ve kendilerini buna muhalif göstererek
moskoflarin hayrini dileyen kimseler olarak belirten ithamlarla nasil
oluyorda fesat tertip edebiliyorlar? Fakat bunlarin hepsi bosuna
gayret oldu efendiler! bosuna gayret. Moskoflara yaranmak mümkün
degildir. Ne Türkçüleri ezmeye kalkmakla, ne yüzlerce Türk mültecisini
insanlik duygularina ve devletler hukuku kaidelerine aykiri olarak
öldüreceklerini bile bile moskoflara geri vermekle yaranmak kabil
olmadi. Biz Türkbirligi ülküsünü yine sanli bir bayrak gibi göklere
yükselterek tasiyoruz. Bu ülkü her zamandan ziyade, bugün Türk milleti
tarafindan daha önemle anlasilmaktadir. Moskoflarla çarpismamiz
kaçinilmaz bir kaderdir. Onlarin doymak bilmez hirslari, kendi
baslarini yiyecektir. Girisecegimiz savasta onlari mutlaka yenecegiz.
Çünkü biz hakki ve insanligi müdafaa edecegiz. Çünkü biz Türklügün
ezeli ve ebedi haklari için dövüsecegiz.
Çünkü biz "YA ISTIKLAL YA ÖLÜM" parolasi ile çarpisacagiz..
ALPARSLAN TÜRKEŞ
Bizim İçin Metalist'e Koy...!
doguturkistan.net Ülkücü Arşivi #5
Devlet Beğ'in Bayram Mesajı
Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
Ramazan Bayramı Münasebetiyle Yayınladıkları Kutlama Mesajı
Manevi duyguların yoğun olarak yaşandığı mübarek Ramazan ayının bitimiyle birlikte idrak ettiğimiz Ramazan Bayramı’nın içinde bulunmaktayız.
Dayanışma ve yardımlaşma duygularının güçlendiği, bir arada olmanın önemsendiği böylesi zamanların toplum hayatımızda ayrıcalıklı bir yeri vardır.
Bayramlar, kavga ve küskünlüklerin son bulduğu, karşılıklı sevgi ve saygının davranışlara yansıyarak somutlaştığı müstesna günlerdir. Temennim dargınlıkların, ihtilafların, huzursuzlukların hiçbir dönemde aziz milletimizi meşgul etmemesidir.
Ancak ne yazık ki; huzur ve esenliğin kaybolduğu, tartışma ve gerginliklerin yükseldiği bir dönemde Ramazan Bayramı’nı karşılamış bulunmaktayız.
Tuzaklarla dolu çok boyutlu bir bağımlılık alanının çekim merkezine kıstırılmaya çalışılan ülkemiz; siyasi sorumluluk sahipleri tarafından ateşlenen kavga ve çatışma ortamı nedeniyle dirlik ve sükûnetini büyük ölçüde kaybetmiştir.
Planlı ve sistematik bir biçimde sürdürüldüğüne dair güçlü emareler bulunan gerilim ortamından; fayda ve çıkar sağlayanları esasen milletimiz artık çok iyi bilmektedir.
Aziz millet fertlerinin, sonu ve amacı olmayan hastalıklı tartışmalardan dolayı maneviyatının olumsuz bir şekilde etkilendiği şu günlerde, bayramla beraber bir nebze de olsa huzur ve mutluluğun hakim olması en temel dileğimdir.
Bu duygu ve düşüncelerle, Ramazan Bayramı’nın Türk-İslam dünyasına hayırlar getirmesini diliyor, ülkemiz, milletimiz ve insanlık için güzelliklere vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı
Ramazan Bayramı Münasebetiyle Yayınladıkları Kutlama Mesajı
Manevi duyguların yoğun olarak yaşandığı mübarek Ramazan ayının bitimiyle birlikte idrak ettiğimiz Ramazan Bayramı’nın içinde bulunmaktayız.
Dayanışma ve yardımlaşma duygularının güçlendiği, bir arada olmanın önemsendiği böylesi zamanların toplum hayatımızda ayrıcalıklı bir yeri vardır.
Bayramlar, kavga ve küskünlüklerin son bulduğu, karşılıklı sevgi ve saygının davranışlara yansıyarak somutlaştığı müstesna günlerdir. Temennim dargınlıkların, ihtilafların, huzursuzlukların hiçbir dönemde aziz milletimizi meşgul etmemesidir.
Ancak ne yazık ki; huzur ve esenliğin kaybolduğu, tartışma ve gerginliklerin yükseldiği bir dönemde Ramazan Bayramı’nı karşılamış bulunmaktayız.
Tuzaklarla dolu çok boyutlu bir bağımlılık alanının çekim merkezine kıstırılmaya çalışılan ülkemiz; siyasi sorumluluk sahipleri tarafından ateşlenen kavga ve çatışma ortamı nedeniyle dirlik ve sükûnetini büyük ölçüde kaybetmiştir.
Planlı ve sistematik bir biçimde sürdürüldüğüne dair güçlü emareler bulunan gerilim ortamından; fayda ve çıkar sağlayanları esasen milletimiz artık çok iyi bilmektedir.
Aziz millet fertlerinin, sonu ve amacı olmayan hastalıklı tartışmalardan dolayı maneviyatının olumsuz bir şekilde etkilendiği şu günlerde, bayramla beraber bir nebze de olsa huzur ve mutluluğun hakim olması en temel dileğimdir.
Bu duygu ve düşüncelerle, Ramazan Bayramı’nın Türk-İslam dünyasına hayırlar getirmesini diliyor, ülkemiz, milletimiz ve insanlık için güzelliklere vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı
Bayramınız Kutlu Olsun
Rahmet, mağfiret ve bereket mevsimi bir Ramazan ayını daha geride bıraktık. Orucun derin manevî eğitimini, sahur ve iftarın bereketini, teravihin coşkusunu ve Kur’an tilâvetinin kalbimizde huşû uyandırmasının sevincini derinden hissederek gönüllerimizi coşturup maneviyatımızı canlandırdık. Bu vesileyle hikmet gözüyle iç dünyamıza bir yolculuk yapıp, kendimizi sorgulayıp özeleştiri yaparak günah, çirkin ve kötü olan her şeyi geride bırakma kararı aldık. Camilerimiz, cemaatle kılınan namazlarla ayrı bir canlılık kazandı. Ellerimiz her zamankinden daha çok iyiliğe açıldı. Fakirleri, kimsesizleri gözeterek, düşkünlere yardım ederek yardımlaşmanın ve dayanışmanın, hayırda yarışmanın, yaraları sarmanın, insanların derdiyle dertlenmenin en güzel örneklerini sergiledik. Büyük bir bütünün anlamlı bir parçası olduğumuzu anlayarak elimizdeki maddi zenginliği, dilimizdeki güzel söz ve dileği, gönlümüzdeki sevgiyi herkesle paylaştık. Neticede paylaşma bilincini davranışlarına yansıtan, infakta bulunarak cömert ve fedakâr davranan Müslümanlar olarak, bununla hem Rahman’ı hem de Rahman’ın kullarını hoşnut ve razı etmeye çalıştık. Böylece Allah'a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirmenin manevi huzuru ve mutluluğu içinde birlik ve beraberlik içerisinde Ramazan bayramına ulaştık.
Bayramların dinî, sosyal ve kültürel hayatımızda önemli bir yeri vardır. Bayramlar, dinî şuur ve duygunun gelişmesine, millî ve manevî değerlerin güçlenmesine, toplumda birlik, beraberlik, sevgi ve saygının pekişmesine, yardımlaşma ve dayanışmanın tesisine, dargınlık ve kırgınlıkların giderilmesine, toplum bünyesinde açılan yaraların sarılmasına, akraba, komşu ve büyüklerin ziyaret edilmesine, fakir, yetim ve kimsesizlerin gözetilmesine, çocukların sevindirilip manevî havayı teneffüs etmelerine, kısaca her türlü insanî ve ahlâkî değerin yaşanmasına ve kazanılmasına vesile olan müstesna günlerdir. Bu bakımdan bayram günlerimizi en iyi şekilde değerlendirerek en başta anne ve babalarımız olmak üzere büyüklerimizi, hastalarımızı, komşularımızı, akraba ve dostlarımızı ziyaret etmeliyiz. Dargın olanları barıştırmalıyız, fakirleri, yetimleri, kimsesizleri ve çocukları sevindirmeliyiz. Bu en coşkulu kaynaşma gününde, bu mutluluğun dışında kalmamaya ve bu kaynaşmanın dışında hiç kimseyi bırakmamaya büyük özen göstermeliyiz. Çünkü bayram, kederlerin ve sevinçlerin paylaşıldığı toplumsal bir kaynaşma günü olarak, toplumun bütün kesimleri tarafından paylaşıldığı oranda bayram olma özelliği kazanacaktır.
Bu vesileyle üzerinde önemle durmamız gereken bir husus, Ramazan ayında kazandığımız, Kur’an’la bilgilenme gayretimiz başta olmak üzere bütün güzel hasletlerimizi, bayramda yaşadığımız birlik, beraberlik, dostluk, barış ve kardeşlik havasını bundan sonra da sürdürebilmek, bugünümüzü ve yarınımızı daima bayram yapabilmektir.
Bu duygu ve düşüncelerle, bütün bayramların bayram gibi yaşandığı, barış ve mutluluğun egemen olduğu, insan hakları, adalet ve hukukun gözetildiği, savaş, terör ve yoksulluğun geride kaldığı bir dünya için bayramların birer imkân olması temennisiyle, milletimin, bütün soydaş ve din kardeşlerimin Ramazan bayramını kutluyor, bu bayramın hepimize, insanlık âlemine insanca yaşama adına yeni bir umut ve imkan getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU
Diyanet İşleri Başkanı
Bayramların dinî, sosyal ve kültürel hayatımızda önemli bir yeri vardır. Bayramlar, dinî şuur ve duygunun gelişmesine, millî ve manevî değerlerin güçlenmesine, toplumda birlik, beraberlik, sevgi ve saygının pekişmesine, yardımlaşma ve dayanışmanın tesisine, dargınlık ve kırgınlıkların giderilmesine, toplum bünyesinde açılan yaraların sarılmasına, akraba, komşu ve büyüklerin ziyaret edilmesine, fakir, yetim ve kimsesizlerin gözetilmesine, çocukların sevindirilip manevî havayı teneffüs etmelerine, kısaca her türlü insanî ve ahlâkî değerin yaşanmasına ve kazanılmasına vesile olan müstesna günlerdir. Bu bakımdan bayram günlerimizi en iyi şekilde değerlendirerek en başta anne ve babalarımız olmak üzere büyüklerimizi, hastalarımızı, komşularımızı, akraba ve dostlarımızı ziyaret etmeliyiz. Dargın olanları barıştırmalıyız, fakirleri, yetimleri, kimsesizleri ve çocukları sevindirmeliyiz. Bu en coşkulu kaynaşma gününde, bu mutluluğun dışında kalmamaya ve bu kaynaşmanın dışında hiç kimseyi bırakmamaya büyük özen göstermeliyiz. Çünkü bayram, kederlerin ve sevinçlerin paylaşıldığı toplumsal bir kaynaşma günü olarak, toplumun bütün kesimleri tarafından paylaşıldığı oranda bayram olma özelliği kazanacaktır.
Bu vesileyle üzerinde önemle durmamız gereken bir husus, Ramazan ayında kazandığımız, Kur’an’la bilgilenme gayretimiz başta olmak üzere bütün güzel hasletlerimizi, bayramda yaşadığımız birlik, beraberlik, dostluk, barış ve kardeşlik havasını bundan sonra da sürdürebilmek, bugünümüzü ve yarınımızı daima bayram yapabilmektir.
Bu duygu ve düşüncelerle, bütün bayramların bayram gibi yaşandığı, barış ve mutluluğun egemen olduğu, insan hakları, adalet ve hukukun gözetildiği, savaş, terör ve yoksulluğun geride kaldığı bir dünya için bayramların birer imkân olması temennisiyle, milletimin, bütün soydaş ve din kardeşlerimin Ramazan bayramını kutluyor, bu bayramın hepimize, insanlık âlemine insanca yaşama adına yeni bir umut ve imkan getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU
Diyanet İşleri Başkanı
Avatar - Son Hava Bükücü | Avatar - The Last Airbender
resimdeki abimiz dünyadaki ateş su toprak hava 4lüsünüde bükebilen dövmeli şekil bir delikanlıdır, yani Avatar'dır. bu 4 element her bir ulusu temsil eder ki bunların kötüsüde ateştir. Avatar bir 100 yılcık kaybolur bu sırada ateş ulusu postayı koymuştur tabi dünyaya. dünya savaş halindedir ve Avatar - adı da Ang- daha delikanlı olduğu için hava hariç 3 elementte de ustalaşması gerekir ki ateş ulusunun yaptıklarının cezasını versin. İşte bu ustalaşma durumu vakit aldığı gibi başına işler gelir ve bölümler böylelikle doldurulur. ama kral bir çizgi filmdir yani. nicklidon =) imzalı o derece.
bu delikanlı ailemizin kanalı cenebece - e de hafta sonları bir 50 dk boy gösteriyor =) bu aralar 11e 5 kala . lakin biz örütbağın faydalarını diyerekten bütün bölümlerini izleyebiliyoruz
size ben ilk sezonu bağışlıyım beğenirseniz 2. ve 3. sezonları siz bulursunuz artık =)
Kitap:1
Bölüm 1: http://video.yahoo.com/watch/2404081/7470281
Bölüm 2: http://video.yahoo.com/watch/2406734/7476034
Bölüm 3: http://video.yahoo.com/watch/2406738/7476049
Bölüm 4: http://video.yahoo.com/watch/2407198/7476854
Bölüm 5: http://video.yahoo.com/watch/2403080/7468318
Bölüm 6: http://video.yahoo.com/watch/2403179/7468550
Bölüm 7: http://video.yahoo.com/watch/2403237/7468896
Bölüm 8: http://video.yahoo.com/watch/2403291/7468983
Bölüm 9: http://video.yahoo.com/watch/2403308/7469056
Bölüm 10: http://video.yahoo.com/watch/2403666/7469538
Bölüm 11: http://video.yahoo.com/watch/2403771/7470530
Bölüm 12: http://video.yahoo.com/watch/2403955/7470544
Bölüm 13: http://video.yahoo.com/watch/2404376/7470940
Bölüm 14: http://video.yahoo.com/watch/2404467/7471318
Bölüm 15: http://video.yahoo.com/watch/2404626/7471565
Bölüm 16: http://video.yahoo.com/watch/2404759/7471803
Bölüm 17: http://video.yahoo.com/watch/2406590/7475720
Bölüm 18: http://video.yahoo.com/watch/2406589/7475938
Bölüm 19: http://video.yahoo.com/watch/2408344/7479219
Bölüm 20: http://video.yahoo.com/watch/2408433/7479362
9 Işık Doktirini
MİLLİYETÇİLİK
Dünya üzerinde insan toplulukları milletler hâlinde yaşamaktadırlar. Her millet kendi özelliklerini korumaya, geliştirmeye gayret etmekte ve kendi topluluğunu diğer milletlerden daha ileri, daha yüksek, daha refahlı yapmaya çalışmaktadır. Milletler arasındaki bu rekabet ve karşılıklı yarışma, milleti meydana getiren insanların müşterek duygular hâlinde birleşmeleri ve müşterek bir millî şuur etrafında toplanarak kendi toplum varlıklarını belirli hedeflere yöneltmek şuuruna sahip olmalarıyla mümkündür. Milletlerin faaliyetlerinde, yükselmelerinde ve kendi toplumlarını refaha kavuşturmak, geliştirmek çabalarında milliyetçilik şuuru ve milliyetçilik duygusu başlıca tesir yapan faktör olmaktadır. Milliyetçilik duygusundan yoksun olan bir toplumun millet manzarası göstermesi mümkün değildir. Milliyetçilik duygusuna sahip olmayan, millî şuura sahip olmayan bir topluluğun bir arada yaşaması mümkün değildir. Böyle bir duygudan ve şuurdan mahrum toplulukların dış olayların en ufak bir tesirine karşı kendilerini koruyamadıklarını, hatta dış tesirler olmasa dahi kendi kendilerine dağıldıklarını ve belirli vasıfları olan, belirli hedefleri olan bir topluluk hüviyetinden çıktıkların görmekteyiz.
Türk milletini yükselmesi ve tehlikelerden korunması, Türk milletini meydana getiren kişilerin teker teker millî şuur sahibi olmasına ve kalplerini millet sevgisi, vatan sevgisi ile çarpmasına bağlıdır. Bunun için millî doktrin Dokuz İşık’ın birinci ilkesi olarak milliyetçiliği koymuş bulunmaktayız. Şüphesiz burada bahis konusu edilen milliyetçilik Türk milliyetçiliğidir. Türk milliyetçiliği ne demektir? Türk milliyetçiliği, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun, müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir. Türk milliyetçiliği insani duygularla beslenen bir anlayıştır. Türk milliyetçiliği ki ne garazı esas kalmayan, sevgiyi esas alan bir düşünce tarzıdır. Milliyetçilik, milletinin sevmek, vatanının sevmek ve milletinin tehlikelere karşı korunması için her fedakarlığı göze almak duygusu ve düşüncesidir. Türk milliyetçiliği bütün Türkleri kardeş sayan bir düşüncedir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve kendisini Türk milletinin bir mensubu kabul eden herkesi kardeş sayan bir düşünce ve görüştür.
Türk milliyetçiliği Türk milletinin gözüyle olayları görmek ve değerlendirmek zihniyetini ifade etmektedir. İster Türkiye içinde olsun, ister Türkiye dışında olsun, cereyan eden her olayın Türk milletine zarar getirmemesini istemek, düşünmek ve denilebilir. Bunun yanı sıra Türk milletinin gerek Türkiye’de gerek Türkiye dışında meydana gelen olaylardan azamî ölçüde yararlanmasını istemek,meydana gelen her olayın Türkiye’ye azami ölçüde yarar sağlamasını düşünmek ve bunun için çaba harcamakta Türk milliyetçiliğinin bir gereği olarak görülmelidir. Millet tarifini ele almakta Türk milliyetçiliğini belirlemek için yarar vardır.
Türk millet dediğimiz gerçek nedir? Bugün Türk milleti dediğimiz gerçeği şu şekilde tarif etmek mümkün. Müşterek bir tarihten gelen ve müşterek bir tarih şuuruna sahip bulunan, aynı dine mensup, aynı kültürle yoğrulmuş, aynı devleti kurmuş, yaşatmış ve bugün de aynı devletin sahibi ve bayrağı altında yaşayan, sınırları içinde yaşayan insan topluluğu Türk milletini teşkil etmektedir. Yani Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve Türklüğü benimseyen, aynı tarihe mensup, aynı tarih şuurunu taşıyan ve aynı kültürle yoğrulmuş, aynı dine mensup insan topluluğu bugünkü milletimizi meydana getirmektedir. Türk milleti tarifi, bu çizilen çizgilerin dışına ayrıca taşmaktadır. Türk milleti büyük bir millet olduğu için bugün dünya yüzerinde geniş sahalara yayılmış ve dağılmıştır. Bugün dünya üzerinde yaşayan aynı dine mensup, aynı tarihe mensup ve aynı dili konuşan Türk topluluklarının sayısı yüz yirmi milyon civarında tahmin edilmektedir. Bunların ancak üçte biri Türkiye sınırları içinde bulunmaktadır. Bugünkü Türkiye sınırları dışında kalan Türkleri Türk milletinden saymayacak mıyız? Bugünkü Türkiye Cumhuriyet sınırları dışında kalan Türkler de Türk milletindendir. Onlar da Türk milleti deyiminin içindedirler. Ancak Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türkler başka topraklarda, başka milletlerin idaresi altında bulunmaktadırlar. Bugün dünya üzerinde biricik bağımsız Türk Devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bütün Türklük meselelerini sahibi ve temel varlığıdır. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyetinin birinci plânda ele alınması ve korunması, yüceltilmesi başlıca konuyu teşkil etmelidir. Türk milletinden olmak, Türk milletini sevmek ve Türk devletine sadakatle hizmet aşkı taşımak, vatana bağlılık duygusu içinde bulmak ve Türk Milletinin yükselmesi için elinden gelen her fedakârlığı yapmak ve çalışmak duygusu ve şuurudur. Bu duygu ve bu şuuru taşıyan herkes Türk’tür. Kalbinde yabancı başka bir milletin özlemini özentisini taşımayan,kendisini Türk hisseden Türklüğü benimseyen ve Türk milletine, Türk devletine hizmet aşkı taşıyan herkes Türk’tür. İşte Türk milliyetçiliğinin temel görüşü budur. Bu görüş ışığında olayları değerlendirmek zorunluluğu vardır. Türk milliyetçileri sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Türklerle mi ilgilenecektir?
Türkiye Cumhuriyeti sınıriarı dışında kalan Türklerle münasebetlerimiz ve bunlara karşı tutumumuz ne olmalıdır? Bu sorulara verilecek cevap şudur: Türk milliyetçiliği, dünya üzerinde nerede Türk varsa onlarla ilgilidir. Onlara karşı derin bir sevgi ve ilgiyle doludur. Dünyanın neresinde Türk varsa bu Türklerin iyi durumda olmaları, bu Türklerin yükselmeleri, korunmaları, kendilerine mümkün olan her çeşit yardım ve desteğin sağlanması Türk milliyetçiliğinin şaşmaz düsturudur. Ancak Türk milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında bulunan Türklerle ilgisinde ve münasebetlerinde, bu ilgi ve münasebetlerin Türkiye Cumhuriyetimi tehlikeye sokmayacak, Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermeyecek şekilde yürütülmesi prensibini esas alır.
Yurdumuzda iç politika mücadeleleri, politika menfaatleri dolayısıyla Türk milletinin yüksek davaları çiğnenmiştir; zarara sokulmuştur. Türkiye’de Turancılık görüşleri hakkında yalan yanlış iddialar ortaya atılmış ve Turancılık düşüncesi, Turancılık fikri kötü, zararlı bir düşünce olarak Türk milletine tanıtılma yoluna gidilmiştir. Yunanlılar için Enosis neyse, Ruslar için Panislâvizm neyse, Almanlar için Alman Birliği neyse, Araplar için Arap Birliği neyse, İranlılar için Panaryanizm neyse, Türkler için de Turancılık odur.
Milliyetçilik, Türk milletine karşı beslenen derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendisini samimî olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk’tür. Biz; Türk milletine mensup olduğumuza göre, bu milletin içinden çıkmış insanlar olduğumuza göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir bağla bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin haklarını daima her çeşit tesirlerden uzak, her şeyin üstünde bulundurulması için çalışmayı görev tanıyacağız. İşte bu sebeplerden dolayı bizim milliyetçiliğimiz, Türk milletine karşı duyulan derin, köklü bir sevgi ve Türk milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce, en modern uygarlığın en ön safına geçirilmesini sağlamak duygusundan kuvvet alır. Milliyetçiliğimiz başkalarına karşı kin, garez duygularıyla beslenmez. Demek ki, Türk milliyetçiliği, Türk milletine karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan, baskıdan uzak, şerefiyle yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safa geçmiş bir hâle getirmek isteği ve bu isteğin yarattığı duygudur. Birinci prensibimiz olan milliyetçiliğimizin özet olarak tarifi budur.
Bunun yanında Türkçülük kelimesini de ilâve ediyoruz: Milliyetçiyiz, Türkçüyüz. Neden Türkçüyüz? Çünkü milletimiz Türk milletidir. Türkçülük ne demektir? Türkçülük, Türk milletinin hayatının her safhasında yapacağı her şeyin Türk ruhuna, Türk geleneğine uygun olması ve Türk’e yararlı olması amacının, fikrinin ön plânda tutulmasıdır, Türkçe konuşacağı, Türkçeyi daima her şeyin üstünde tutacağız. Yapılacak her işte Türklük ruhuna, Türk’ün özelliğine uygun ve Türk milletine yararlı olması şartını göz önünden kaçırmayacağız. Türkçülüğün de kısaca tarifi budur. Birinci prensibimiz olarak aldığımız Milliyetçilik ve Türkçülük, kısaca yaptığımız bu izah ve tarifle işte bu şekilde ortaya konmuş oluyor.
ÜLKÜCÜLÜK
Ülkücülük batı dillerinden dilimize giren idealistlik kelimesiyle aynı olan bir anlam belirtmektedir. Ülkücülük veya idealizm insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır. İnsanlar arasında idealistler yetişmeseydi insanlık bugün dünyayı aydınlatan birçok gelişmelerini, birçok alanlardaki yükselişlerini sağlayamazdı. Her gerçek, her fikir önce insanların kafasında bir hayal olarak doğar. İnsanlar hayal ederler. Hayal kurarlar. Bu hayalleri kendileri için iyi olan, kendilerinin özledikleri, elde etmekle mutluluk duyacakları birtakım istekleri, birtakım özleyişleri belirtir. İnsanlar hayalleriyle büyük ölçüde insan olurlar. İnsanlar hayalleriyle diğer canlılardan bir ayrıcalık gösterirler ve gerçekten insanlık vasfını kazanmış olurlar. İşte ülkücülük de yani idealizm de insanların ve insan toplulukların kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, varılmasıyla en gelişmiş, en yükselmiş bir durum sağlayacak, bir hayalin düşünülmesi ve insan beyninde tasarlanarak şekillendirilmesidir.
Her toplumda idealistler vardır, ülkücüler vardır ve ülkücülerin, idealistlerin bulunuşu toplumlar için bir saadettir; büyük bir talihtir! Türk milleti için bizim düşündüğümüz ülkü nedir? Türk milleti için tasarladığımız ideal nedir? Her şeyden önce Türk milletinin ahlâkta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri gitmiş varlığı hâline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayii kurulmuş, refahlı bir toplum hâline gelmesi, Türk toplumu için bir Türk milliyetçisinin düşüneceği ülkünün esaslarından mühim bir kısmını teşkil etmektedir. Türk milliyetçiliğini, ülkücülüğünün sınırları içinde sade bunlar mı vardır? Sade bunlar değil başka düşünceler, başka hedefler de vardır. Bu hedefler Türk milletinin hiç kimseden merhamet dilenmeyecek bir duruma gelmesi, kendi gücüyle ayakta duran, kendi gücüyle varlığını koruyabilen ve sözünü dünyanın her yerinde saydırabilen bir varlık hâline gelmesi düşüncesidir.
Bunun yanı sıra Türk milletinin haklarını her zaman dünyaya tanıtabilmesi, dünyaya duyurabilmesi düşüncesidir ve bunun yanı sıra bütün Türklerin kölelikten, yabancıların buyruğu altında yaşamaktan kurtulmaları ve Self Determination, yani kendi mukadderatına kendilerinin hâkim olması kutsal prensibine göre, hepsinin bağımsız hâle gelmeleri, bağımsız olmaları Türk ülkücülüğünün bir diğer görüşü, düşüncesidir. Bunun için millî doktrinin önemli bir ilkesi olarak ülkücülüğü almış bulunmaktayız.
Türk milliyetçilerinin ülkücülük tarifinin sınırları içinde bulunacak görüşleri, fikirleri ancak genel olarak işaret etmiş bulunmaktayız. Türk ülkücülüğünün hedef aldığı düşünceler genel olarak belirtilmiş olan bu fikirlerden ibaret değildir. Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve gerek kendi milletimiz için. gerek insanlık için en çok yararlı neticeleri elde etmek görüşü de yer alacaktır. Bir Türk Milliyetçisi kendi toplumu için, kendi milleti için idealizmi daima göz önünde bulunduracak, bu genel idealizm prensipleri ile birlikte kendi sahası, kendi branşı ile ilgili çalışmalarında da bu temel ve genel mahiyetteki ülkücülüğün esaslarına uygun, onunla bütünleşmiş bir hâlde kendi branşı ile ilgili ülkücülüğünü de tespit edip güdecektir. Ülküler uzak hedeflidir, uzun vadelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Ülküler önümüzdeki yılları, önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir. Ama ülkü insanının kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü insanlara yönünü tayin etmesini sağlayan bir kılavuzdur. Milletler için de millî ülkü, milletin kılavuzu, milletin yolunu aydınlatan güneşidir. Ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk milliyetçisi, her Dokuz Işıkçı mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır. Hem milli ülkü sahibi olacaktır, hem insanî ülkü sahibi olacaktır, hem de kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır ki, hem de kendi mesleğinde başarılı, yararlı bir kişi olarak gelişsin hem de mensup olduğu topluma, milletine yararlı hizmetler yapsın,insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilsin. Bunun için Dokuz Işık doktrininin çok önemli ilkelerinden olan ülkücülüğe büyük değer vermekteyiz.
Ülkücüyüz! İnsanlık ailesi, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, milletler denen aynı aynı üyelerin bir araya gelmesinden meydana gelir. Bir insan, insan olmak isterse, insanlığa hizmet etmek isterse, evvelâ kendi milletine hizmet etmeli, kendi milletini yükseltmeye, kendi milletini mutlu kılmaya çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde aynı zamanda insanlığa da hizmet etmiş olur. Çünkü bir insan kendi ailesini düşünür ve ona karşı vefalı kalırsa, insanlık duygulan en olgun seviyeye erişeceği için, kendi ailesi dışındaki insanlara karşı da yaranı ve vefalı olur. Bir insan kendi milletine faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağlılık duymazsa, onun insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantazi olur. İnsan, yetiştiği toprağın, yetiştiği milletin refahını, iyiliğini, saadetini ve şerefini temin etmelidir. Bunu yaptığı takdirde, o millet insanlığın bir parçası olduğu için, dolayısıyla insanlığa da hizmet etmiş olur.
Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz; Türk milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmaktır.
Kişilere hürriyet, milletlere istiklâl başta gelen prensiplerimizdendir. İnsanlar hür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar. Kabiliyet ve görevlerinin dışında insanlar haklarına tam olarak sahip kılınmalıdırlar.
Toplum içerisinde insanlar kişisel liyakat ve kabiliyetlerine göre görevlendirilmeli ve bir sıraya konulmalıdır. Bütün bunlarla beraber ayrımsız olarak herkese bir imkân eşitliği sağlanmalıdır. İmkân eşitliği derken mücerret anlamda bir eşitlik anlaşılmamalıdır.
Bu ülkücülüğümüzün içine bu günkü sınırlarımızın dışında bulunan Türklere ait herhangi bir şey girer mi?
Türk adı taşıyan herkes bizim sevgi ve ilgimizin çevresi içindedir. Bundan vazgeçemeyiz. Bu her milletin tabiî hakkı olduğu gibi Türk milletinin de tabii hakkıdır. Bu günün Birleşmiş Milletler Anayasası, yeryüzünde yaşayan her millete “kendi mukadderatına hâkim olma” (şelf determination) dedikleri prensibi kutsal bir prensip olarak ilân etmiştir. Bugün Afrika’da yaşayan ve bugüne kadar hiçbir bağımsız devlet kuramamış olan Zencilere dahi, kendi mukadderatına hâkim olma (şelf determination) hakkı kutsal bir hak olarak tanınır ve bunların her biri yabancı boyunduruğundan, sömürgecilerin elinden kurtulup bağımsızlığını alırken, başkalarının boyunduruğu altında tutsak bulunan Türklerin tutsaklıktan kurtulmasını istemek, dilemek, bunun için iyi niyetler taşımak, Türk olan herkes için en tabiî ve kutsal bir haktır.
Fakat biz ülkücülüğümüzde daima gerçekçi olmayı ve girişilecek faaliyetlerde Türkiye’yi hiçbir zaman tehlikelere, risklere, , maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı esas kabul ederiz. Ülkücülüğümüz bir macera fikri değildir. Ülkücülüğümüz, Türk milletinin en kısa, yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst kademesine yükseltilmesi, müreffeh, mutlu bir hayata erdirilmesi, kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hâle getirilmesi ve her çeşit korkudan, baskıdan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması ülküsüdür. Bu ülkü aynı zamanda Türk olan herkese karşı ilgi ve sevgi göstermeyi, onların mutluluğunu dilemeyi ve onların mutluluğunu, Türkiye’yi risklere, tehlikelere maruz bırakmadan, bırakmaksızın, bırakmamak şartıyla sağlamaya çalışmayı içine alan bir ülkücülüktür.
AHLAKÇILIK
Bir toplumda insanların birbirlerini incitmeden, birbirlerine zarar vermeden, sağlıklarını koruyarak, tabiat güçlerinin tesirlerinden en iyi yararlanacak şekilde hareketlerini tanzim etmelerini sağlamaya yarayan kurallarının toplamı ahlâkı meydana getirir. Ahlâk, kişinin davranışlarını ayarlayan, sınırlayan ve bu davranışların hem kendisi için yararlı olmasını, kendisine mutluluk sağlayacak şekilde düzenlenmesini hem de çevresini rahatsız etmeden, zarara sokmadan çevresiyle uyuşmasını sağlamak üzere konulmuş olan kaidelerdir; münasebet prensipleridir, yaşama prensipleridir. Ahlâk insanların inancından ve dünya görüşünden doğmakta, kaynağını almaktadır. Bunun için, gerek toplumun gerekse toplumu meydana getiren kişilerin ayrı ayrı inançları, yaşama görüşleri, yaşama felsefeleri ahlâkın kaynağını, temelini teşkil etmektedir. Bu bakımdan kişilerin ve toplumun dünya görüşü, yaşama felsefesi ve taşıdıkları inanç çok önemlidir.
Biz, Türk toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin kendi dinî inançlarından, İslâmiyet’ten ve millî tarihten kökünü aldığını görmekteyiz. Bunlara ilâve olarak, milletimizin geçirdiği tecrübeler ve yurdumuzun içinde bulunduğu şartlar da toplumumuzun düşünce ve inançlarında tesirli faktörlerdir. İşte bu kaynak ve faktörlerin tesiri altında, Türk milletinin mutluluğunu sağlayacak, Türk millî ahlâkına önem vermek zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Ahlâksız kişi, ahlâksız toplum mutlu olamaz. Böyle bir toplum kalkınamaz, böyle bir toplum yüksek düşünceler, kutsal inançları uğruna fedakârlık ve feragat gösteremez, insanlık tarihine şeref veren büyük eserler, insanların uzun sabır yıllarıyla güçlüklere göğüs gererek, katlanarak, feragatle çalışmalarıyla meydana getirdikleri yüce hizmetler, inancın insanlığa kazandırdığı, , köklü imanın ve yüce bir ülküye, ideale bağlanmanın kazandırdığı varlıklar, olmuştur. Bunun için biz de Millî doktrin Dokuz Işık’ın önemli bir ilkesi olarak ahlâkçılığı almış bulunmaktayız. Ahlâkçılıkla kastettiğimiz şey, her şeyden önce kişilerin ve toplumun millî ahlâk kurallarına bağlı olarak yetiştirilmesi ve millî ahlâk kurallarına bağlı olarak yaşaması ilkesidir. Bu sağlanmadıkça toplumumuzun kalkınması ve toplum içinde haksızlıkların önlenmesi, ıstırapların önlenmesi, kişilerin ve toplumun mutluluğunun sağlanması mümkün olamaz. Ahlâkçılık derken her şeyden önce milletimizin dini olan islâmiyet esaslarını ve İslâm inançlarını bunun başlıca kaynağı olarak almaktayız Bunun yanı sıra kendi millî geleneklerimizi, millî tarihimizi ve milletimizin geçirmiş olduğu çeşitli tecrübelerin bize kazandırdığı kuralları göz önünde bulundurmaktayız.
Ahlakçılığımızın içinde İslâmiyet esasları. İslâm inançları başlıca yer almakla beraber bununla yoğrulmuş olan ve tarihimizden gelen Türk töresi de yer almaktadır. Gerek dinimizin, bize emrettiği ahlâk gerek millî törelerimizin bize emrettiği ahlâk kurallarından başta geleni millet varlığının, kişi ve toplum kurallarından başta geleni, millet ve toplum varlığının üstünde yer aldığıdır. Toplumun milletin, vatanın, devletin menfaatleri daima kişilerin menfaatlerinden önde gelir ve önde tutulması gerekir. Bunun yanı sıra yine kaynaklarımızın bize göstermiş olduğu kuralların başlıcalarından birisi de her ne olursa olsun dürüst hareket etmek, sabırlı hareket etmek ve büyüklere karşı saygılı, itaatli olmak, küçüklere karşı şefkatli olmak ve sevgi göstermek ilkesidir. Bunun yanı sıra disiplinli yaşamak, disiplinli bir toplum olarak hareket etmek de töremizin dayandığı başlıca ilkelerdendir. Disiplin dediğimiz zaman neyi kastetmekteyiz? Disiplin dediğimiz zaman ahlâk kurallarına bağlı olmak, kanunla saygılı ve itaatli olmak, büyüklere saygılı olmak, küçüklere karşı daima adaletli, şefkatli olmak ve büyük küçük karşılıklı olarak herkesin birbirlerinin hakkına, hukukuna riayetkar olmasını kastetmekteyiz. Bunların yanı sıra yine törelerimizin bize tavsiye etmiş olduğu bir diğer ilke de yüksek vazife duygusuna sahip olmak, yüksek görev duygusu taşımak ve görevi namus saymaktır. Görev, kişinin kendisi için, yurdu için, milleti için yapmakla yükümlü olduğu iş demektir. Bunda ciddî olması ve görevini aksatmadan yapması törelerimizin gereğidir.
Ahlâkçılığımız dinî, millî, manevî değerlerimize dayanmakla beraber tabiat kurallarına aykırı olmamak şartını da içinde bulundurmaktadır. Tabiat kurallarıyla bağdaşacak şekilde ahlâk kurallarının tanzimi ve yürütülmesi, onun işlerliği için gerekli bulunmaktadır. Ahlâk her şeyin esasıdır. Ahlâkı olmayan bir toplumun hiçbir işi başarılı olamaz ve o toplumda hiçbir şey iyi bir durumda bulunamaz. Fakat ahlâkçılığın dayandığı birtakım temeller vardır. Bizim ahlakçılığımızın dayanacağı temeller şunlardır : Türk ahlâkı, Türk geleneklerine, Türk ruhuna, Türk milletinin inançlarına uygun olacaktır. Türk ahlâkı, hiçbir zaman insan ruhuna aykırı olmayacak, inançlarımıza da bağdaşan bir takım temellere dayanmış bir ahlâk olacaktır. Ahlâkçılıkta gözeteceğimiz, araştıracağımız şeylerden biri de, Türk ahlâkının, Türk milletinin yükselmesi, yaşaması ve korunmasını sağlamaya yarayacak esasları içinde toplanması olacaktır. Yani Türk milletinin yaşamasına zararlı olacak kaideler, Türk ahlâkçılığının içinde yer alamaz. Demek ki, ahlâkçılık ilkesine esas olarak kabul ettiğimiz şeyler Türk milletinin ruhuna uygun olmak Türk milletinin geleneklerine âdetlerine ve inançlarına uygun olmak, tabiat kanunlarına uygun olmak ve Türk milletine yararlı olmak esaslarına dayanacaktır.
İLİMCİLİK
Bugün dünya üzerinde ilimdeki büyük gelişmeler insanlığa uçsuz bucaksız gelişme ve mutluluk ufukları açmıştır. Bir memleketin refahlı olması, güçtü olması her şeyden önce o memlekette yaşayan insanların ilimde, teknikte ileri bir seviyeye ulaşmış olmaları ile mümkündür. Bir milletin askerî gücü de ilim ve teknik gücüne, medeni seviyesine bağlıdır. İlimde, teknikte geri kalmış bir ülkenin insanları ne kadar kahraman yaratılıştı olurlarsa olsunlar, onların millî savunma yönünden, askerlik yönünden güçlü olmaları mümkün değildir. Bu sebeplerden Türkiye’yi kalkındırmayı düşünürken Türk milletinin hızla bir an önce refaha kavuşmasını, mutluluğa kavuşmasını ve güçlü bir varlığa sahip olmasını sağlamak için ilim ve teknikte büyük bir ilerleme kaydetmek mecburiyetindeyiz.
Bunun için Türkiye’nin ilimde, teknikte süratle en yüksek seviyeye çıkmasını, hızla modern sanayii kurmasını, tarımını modernleştirmesini sağlamak için dünya çapında yüksek kaliteli, liyakatti ilim adamları ve teknisyenler yetiştirmek zorunluluğu vardır. Bu vasıfta insan gücü yetiştirmedikçe Türkiye’nin ilimde, teknikte süratte ilerlemesi ve modern sanayie sahip olması, tarımını modernleştirmesi mümkün olamaz. Bunun için Türkiye her şeyden önce öğrenimde bulunan gençler içinden en kabiliyetlilerini seçerek bunlara geniş öğrenim imkânları sağlamalı ve süratle dünya çapında her konuda yüksek seviyeli ilim adamları ve teknisyenler kadrosunu kurmalıdır. İster matematikte, ister fizikte, ister kimyada, ister tarım bilgilerinde, ister sosyal bilimlerde olsun dünya çapında ve en yetenekli ilim adamları yetiştirmek ve Türkiye’yi kalkındırmaya yetecek bir ilim adamları kadrosunu teşkil etmek Türkiye için başlıca önemli meseleyi teşkil etmektedir. Bugüne kadar Türkiye’yi idare eden iktidarlar bu konuyu karıştırmışlardır. Türkiye için her kasabada ortaokul, liseler açmak, her yerde okulları çoğaltmak başlı başına Türkiye’nin meselelerini çözmeye yetmez. Öncelikler tespit etmek zorunluluğu vardır. Öncelikleri düşündüğümüz zaman da, Türkiye’nin kalkınmasını sağlamada birinci öncelik yüksek seviyeli, liyakatli ve üstün kaliteli ilim adamları, teknisyenler kadrosunu kurmaya önem vermek gerekmektedir. Birinci öncelik buradadır. Böyle bir kadro kurulduktan sonra bu kadronun varlığı sayesinde Türkiye’nin süratle modern sanayie sahip olması ve tarımını modernleştirmesi mümkün olacaktır. Ve bu üstün, seçkin ilim adamları kadrosu sayesinde Türkiye ilim ve teknik yönünden büyük bir güç elde etmiş olacaktır. Buna işaret etmeyi çok gerekli saymaktayım.
Bunun yanı sıra millî eğitimin ele alınması ve millî eğitimin Türkiye’nin ilimde, teknikte süratle dünyanın en ileri gitmiş ülkesi haline gelmesini sağlayacak bir plânlama yapmak ve buna göre bir millî eğitim faaliyeti göstermek gerekmektedir. Millî eğitimin başlıca dört gayesi olduğu ortaya konulmalıdır. Bu gayeleri sırayla şöyle ifade edebiliriz : Birincisi, Türk insanını yaşı ne olursa olsun Türk milletinin tarihinden şuur almış olan, Türk geleneklerinden şuur almış olan, Türk milletinin milliyetçilik duygularıyla ve manevî değerleriyle beslenmiş olan insanlar olarak yetiştirmek teşkil etmelidir. Millî eğitimin birinci gayesi bu olmalıdır. Türk insanını Türk milletinin örnek bir kişisi, Türk milletinin bütün vasıflarını üzerinde taşıyan müşterek vasıfları benimsemiş insan olarak yetiştirmek olmalıdır. Kendi tarihinden habersiz, geleneklerinden habersiz, örfünden habersiz, manevî değerlerinden habersiz çıplak bir varlık olarak insanlarımızın yetişmesi, yurdumuzun büyük zaafını teşkil etmektedir. İkinci gaye : Millî eğitim Türk milletinin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarına göre hedeflerini tayin etmeli ve Türk insanı ona göre yetiştirmelidir. Türk milletinin sosyal ve ekonomik ihtiyaçları önce tespit edilmelidir. Yani Türkiye’nin modern sanayii kurması, Türkiye’nin modern tarım kurması, Türk toplumunun kalkınması için ne kadar doktora ihtiyacı vardır, ne kadar kimyagere ihtiyacı vardır, ne kadar mühendise ve yüksek mühendise ihtiyacı vardır, ne kadar makine mühendisine ihtiyacı vardır, ne kadar öğretmene ihtiyacı vardır, ne kadar tornacıya, tesfiyeciye ihtiyacı vardır ; bunlar gayet dikkatli olarak, ilmî bir şekilde tespit edilmeli ve Türk toplumunun bu sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarına göre Millî eğitimin hedefleri tespit edilerek ona göre okullar açılmalı, ona göre teşkilâtlanma yapılmalı ve bu okullara ona göre öğrenciler alınarak bu hedeflere göre Türk insanı eğitilerek yetiştirilmelidir.
Millî eğitimin üçüncü gayesi : Türk insanını topluma yük olmadan yaşayacak, üretici olarak yetişecek ve topluma katkıda bulunacak şekilde yetiştirmesi esas olmalıdır. Okullardan birtakım gereksiz bilgi yüküyle yüklenmiş ve gözünü devlet kapısına dikmiş, devlet kapısında memuriyet peşine düşmüş insanlar yetiştirmek özellikle bundan sonra, memleketimiz için çok zararlı ve tehlikelidir. Türk insanını üretici olacak şekilde yetiştirmek, Türk toplumuna katkıda, bulunacak şekilde yetiştirmek, hem bu şekilde bilgili yetiştirmek, kabiliyetli yetiştirmek hem de bu ruhta ,bu anlayışta; bu zihniyette yetiştirmek büyük önem taşımaktadır.
Dördüncü gaye : Bugün dünya üzerinde tekniğin, teknik bilginin önemi hayatî derecede artmıştır. Bunun için Türk çocuklarını teknik eğitime yönelik yetiştirmek gerekmektedir. Türk çocuklarını, Türkiye’nin ihtiyacı olan kalkınmayı sağlayacak bir eğitim göstererek yetiştirmek yoluna gidilmelidir. İlim ve teknik milletlerin sayısı ne olursa olsun, durumu ne olursa olsun diğer milletler arasında durumunu sağlamlaştırmakta ve etkin hâle getirmektedir. Bunun için bu konu Türk milleti için de hayatî değer taşımaktadır.
Karşılaşılan her olayı, önümüze getirilen her meseleyi gördüğümüz her işi ön yargılardan ayrılarak, art ;düşüncelerden sıyrılarak gerçekçi’ bir gözle göstermek ve ilim zihniyetiyle bunu muhakeme etmek değerlendirmek başlıca usul olmalıdır.
Her çeşit peşin hükmü kafalardan bir kenara bırakacağız. Her olayı incelerken ilim metodunu takip edeceğiz. Bu da nedir? Müşahede, inceleme, araştırma, analiz, tecrübe ve müspet sonucu bulmak. Demek ki, bütün memleket meseleleri ile ilgili olayları, tutumları düşünürken en doğru neticeye varabilmek için uygulayacağımız îlke ilim metodu, ilim mantalitesi olacaktır ve bütün faaliyetlerimizde bize yol gösterici olarak ilmi önder kabul edeceğiz. Bunu da görüşümüze esas olarak almakta çok fayda gördük. Çünkü çoğu zaman birçok kimseler ilk hamlede ortaya ön yargılarla, art düşüncelerle çıkıyor ve daha ilk anda muhakeme yürütüp, doğru sonuca varma yolların tıkamış oluyor. Bunun için ilimciyiz. İlimcilikten de kastettiğimiz şey,yukarıda da belirttiğimiz gibi olayları incelerken, ilim mantalitesini, ilim metodunu kullanmak ve her işimizde ilmi kendimize önder kabul etmektir. Yalnız ve sadece ilmi , müspet ilmi önder kabul edeceğiz.
KÖYCÜLÜK
Millî doktrin Dokuz Işık’ın önemli esaslarından birisi de köycülüktür. Türk milletinin bugün hâlâ % 65′i köylerde yaşamaktadır. Onun için nüfusumuzun % 65′ini teşkil eden köylünün dertlerini süratle çözecek çareler bulmak ve köylümüzün elinden tutarak kalkındırmak, Türk milletinin kalkınması için başta gelen bir konudur. Bugün Türkiye’mizde 45 bin civarında köy ve mezralar, ufak ufak, çeşitli yerleşme yerleriyle beraber 70 bini aşan yerleşme yeri bulunmaktadır. Bunların hepsinin ilgiye ihtiyacı vardır, ihtimama ihtiyacı vardır, bakıma ihtiyacı vardır. Nüfusumuzun % 65′i köylü olduğuna, köylerde yaşadığına göre, bu, aşağı yukarı 26 milyon insan demektir. Yâni 42 milyonu aşan nüfusa sahip olan Türkiye’nin 26,5 milyon insanı köylerde, mecralarda yaşamaktadır demektir < Burada verilen rakamlar güncelleştirilmemiş olup eserin Alparslan Türkeş tarafından kaleme alındığı 1969 yılı itibariyledir.>.
Bu insanlar bugün % 90 denecek kadar doktorsuz, bakımsız, ışıksız ve birçok ihtiyaçları halledilmemiş durumdadırlar. Bunların süratle ellerinden tutularak kalkındırılması, teşkilâtlandırılması milletimizin yükselmesi için en başta düşünülecek bir konudur. Böyle olduğu hâlde yıllardan beri yurdumuzda ihmal edilmiş olan bu köylü kütlesidir. Köylü vatandaşlarımız çok ihmale uğramışlardır. Nüfusun % 65′ini teşkil ettiklerine göre köylülerin öncelikle ele alınması, teşkilâtlandırılması, her çeşit donatımla donatılması, her çeşit yardıma mazhar edilerek bu kütlenin bir an önce kalkındırılması gerekmektedir. Bu kütleyi kazındırdığımız nispette diğer kesimlerdeki insan topluluklarımızın kalkınması âdeta kendiliğinden gerçekleşecektir denebilir. Köylülerimizin kalkındırılması için bunların öncelikle teşkilâtlandırılması gerekmektedir. Türkiye nüfusunun medeni ve mesleki iş bölümünden meydana gelen topluluğu altı bölüm hâlinde mütalâa ettiğimizi belirtmiştik. Bu altı bölümün en kalabalık ve en önemli kısmını köylü kesimi teşkil etmektedir. Köylünün teşkilâtlandırılması, hızlı kalkınması için şarttır. Bu teşkilâtlandırma nasıl olacaktır? Bu, köylerimizi tarım kentleri hâlinde gruplaştırarak teşkilâtlandırmak suretiyle yapılmalıdır. Tarım kentleri teşkilâtı şöyle kurulmalıdır: Köylerimiz birçok yerlerde birbirine yakın olarak bulunmaktadır. Bunları inceleyerek durumlarına uygun biçimde bu köyleri guruplaştırmak gerekmektedir. Birbirlerine yakın bulunan on köyü veya daha ziyade on iki, on dört, on beş köyü veyahut durumlarına göre sekiz köyü, yedi köyü, dokuz köyü bir grup hâlinde teşkilâtlandırmak ve bunların durumu müsait olanı, daha ziyade merkezî yerde bulunan bir köyü, cazibe merkezi olarak ele almak ve burada bütün köyün ilkokul, ortaokul ihtiyacını karşılayacak eğitim merkezlerini açmak, ayrıca köylünün modern tarım esaslarına göre tarım yapmasını sağlayacak şekilde onları teşkilâtlandırmak ve onlara bilgi vermek üzere bu merkezde tarım uzmanları bulundurmak, yine bu merkezde modern tarım aletleri parkı kurmak, gübre depoları, ilâç depoları ve mücadele teşkilâtı, mücadele üniteleri meydana getirmek ve bu grubu içinde bulunan köylerin ihtiyacını bu merkezden temin etmek gerekmektedir. Ayrıca bu merkezde bir sağlık teşkilâtı bulundurmak, bu sağlık teşkilâtında doktor, sağlık memuru, ebe, hasta bakıcı gibi sağlık ekibi kurmak, bulundurmak ve bunlara, altlarına cip vs. gibi araçlar da vermek suretiyle köylümüzü teşkil eden insanlarımızı da sağlık bakımından yararlandırmak gerekmektedir.
Kırk beş bin köyün her birisine doktor vermeye kalkışsak en azından kırk beş bin doktor ihtiyacı ile karşılaşırız. Kırk beş bin doktorun devlet bütçesine yükleyeceği masraflar ve birçok güçlükle karşılaşırız. Fakat köylerimizi; şematik olarak izah etmek için, onar köylük gruplar hâlinde teşkilâtlandıracak olursak kırk beş bin köy dört bin beş yüz grup hâline gelir. Dört bin beş yüz gruba doktor vermek, sağlıkçı vermek, ebe vermek, hasta bakıcı vermek ve bunların altlarına taşıt aracı vermek, gerekli donatımı ve gereçleri sağlamak kolaylaşmış olur ve bunların devlet bütçesine yükleyeceği masraflar da kısa zamanda karşılanabilir, göze alınabilir bir miktarda olur. Bunun için köylümüzün kalkındırılmasını sağlayacak yol, köylerimizi tarım kentleri grupları hâlinde, tarım kentleri birlikleri hâlinde teşkilatlandırmaktır. Merkez seçilen köylerde kurulacak olan bu kolaylıklar, o gruba dahi! olan diğer köylerin de zaman içinde bu merkez köylere taşınmalarını, merkez köyde toparlanmalarını sağlar. Bunun için köylülerimizi zorlamaya gerek yoktur. Köylülerimiz kendileri için kolaylık, çocukları için okuma imkânı sağlayan merkezlere kendiliklerinden akmaktadırlar. Bugün büyük şehirlerin çevresinde bulunan gecekondular bunu göstermektedir. Köylülerimizin şehirlere akmalarından gecekondu mahalleleri meydana gelmektedir. Köylülerimiz niçin şehirlere akmaktadırlar?
Çocuklarını okutacak okullara kavuşmak için, hastalarının bakımını sağlayacak sağlık imkânlarına kavuşmak için, kendilerine daha iyi geçim sağlayacak iş bulmak için ! O hâlde bu imkânları onların ayağına götürecek ve onların köylerinin dibinde bu imkânları ona sağlayacak merkezler meydana getirdiğimiz takdirde, bu cazibe merkezlerine o gruba dahil olan köylerin zaman içinde akması ve böylece bu merkezlerde tarım kentleri diyebileceğimiz kentlerin meydana gelmesi mümkün olacaktır. Bu kentlerde, o gruba dahil olan köyleri içine alan kooperatifler kurulacak ve yine bu kentlerde köylü yardımlaşma kurumlan meydana gelecek ki, bu, Köy-Ak diyebileceğimiz teşkilâttır. Bu sayede köylünün de memleketin kalkınmasında, yatırımlara katılmasını kanalize edecek bir teşkilâtlanma, meydana, gelecektir. Tarım kentlerinin bulunduğu grubun ihtiyaçlarına ve özelliklerine göre o bölgede veyahut birkaç: tarım kentinin katılacağı onların bölgesi içinde, onlarla ilgili, tarımla ilgili endüstri, küçük endüstri, küçük imalâthaneler de meydana gelecektir. Böylece hem köylümüz teşkilâtlanacaktır hem de Köy-Ak vasıtasıyla büyük yatırımlara katılma imkânı doğacaktır; aynı zamanda köylülerimiz, insanlarımız köy ekonomisinden, site ekonomisinden, bölge ekonomisinden, ülke ekonomisinden cihan ekonomisine süratle geçme imkânını elde edeceklerdir. Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu büyük problemlerden birisi de cihan ekonomisine geçebilmesidir. Köycülükte köylümüzü kalkındırmak için öngördüğümüz önemli meselelerden birisi köylerimizi tarım kentleri hâlinde gruplaştırmak ve teşkilâtlandırmaktır. Diğer bir görüşümüz de köylümüzün kalkınması için tarımı teşkilâtlandırmaktır, tarımı modernleştirmektir. Bugün ülkemiz erozyon problemiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Erozyon problemi topraklarımızın aşınmasıdır. Topraklarımızın rüzgârlar ve seller dolayısıyla tarlalarımızın, meralarımızın üst kısmını teşkil eden, en verimli kısmının zayi olması, seller yoluyla, denizlere akıp gitmesidir. Aşınan topraklar zaman içinde verimliliğini kaybetmekte ve çölleşmeye gitmektedir. Bunun için Türkiye’nin erozyonu önleme, erozyonu giderme ve memleketi ağaçlandırma gibi büyük meseleleri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra akarsularımızı değerlendirme meselemiz vardır.
Bugün bol olan sularımız akıp gitmekte, henüz bunlardan tam olarak yararlanamamaktayız. Sularımızın bize sağladığı imkânların ancak yüzde beş buçuğundan bugün yararlanabilmekteyiz. Yüzde doksan dört buçuk sularımız akıp gidip boşa zayi olmaktadır. Bunları süratle değerlendirmek Türkiye’nin kalkınmasını hızlandıracaktır. İşte bütün bu ihtiyaçları düzenlemek üzere yurdumuzda tarım reformu ve toprak reformu yapmak gerekmektedir. Tarım reformu, tarımı modernleştirmek, ilmî esaslara göre teşkilâtlandırmak ve ilmî esaslara göre gübre kullanarak, mücadele ilâçları kullanarak, modern tohumlama yaparak, tohum ıslâhı yaparak verimi arttırmak, birim başına randımanı yükseltmek meselelerini kapsamaktadır. Tarım reformu aynı zamanda sulama imkânlarını geliştirmek ve millî bir tarım envanteri yaparak, stratejik bir tarım plânlamasına gidilmek suretiyle, tarım planlamasına göre tarımımızı en ekonomik bir yöne çevirmektir. Bunun içerisine bölge bölge topraklarımızın en randımanlı olarak kullanılmasını sağlayacak araştırmalar o toprağa uyan en elverişli tarımı uygulamak girer. Bunun yanı sıra toprak reformunu da e!e almak gerekmektedir. Toprak reformu çok geniş toprakları rantabl bir ölçü içinde tanzim etmeyi ön görmekle beraber gayri iktisadî bir işletmeciliğe sebep olan aşırı derecede ufalmış, küçülmüş toprakların da rasyonel bir işletmeciliğe göre tanzimini öngörmeyi gerektirmektedir.
Bugün Türkiye’nin problemi büyük toprakların, büyük mülk sahiplerinin var oluşundan ziyade, toprakların gayri iktisadî işletmeciliğe yol açacak şekilde parçalanmış, bölünmüş olmasıdır. Yıllardan beri yurdumuzda toprak reformu sözleri söylenmiştir. Bunu daha ziyade komünistler istismar etmeye çalışmışlardır. Bir ağalık edebiyatı ileri sürerek, toprakların toprak ağalarının elinde bulunduğunu ileri sürerek, topraksız köylünün ezildiğini söyleyerek devamlı toprak reformu istismarını yapmışlardır. Oysa tarafsız, gerçekçi ve ilmî bir gözle baktığımız zaman meselenin bambaşka olduğu görülmektedir. Bugün çiftçilikle geçinen nüfusumuz 28,5 milyon civarındadır. Bugünkü sınırlar içinde bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak genişliği 782 bin kilometrekaredir. Bu 782 bin kilometrekarenin içinde Van Gölü, Tuz gölü, diğer göller, ormanlar ve tarıma elverişli olmayan bölgeler de dahildir. Fakat biz meseleyi iyice açıklayabilmek için, bir an bütün Türkiye topraklarının tarıma elverişli olduğunu kabul edelim. 28,5 milyon köylüye bu Türkiye topraklarını eşit olarak bölmeye çalışalım. 782 bin kilometrekare demek 782 milyon dönüm demektir. Bu 782 milyon dönümü 28,5 milyon insana taksim ettiğimiz zaman aşağı yukarı insan başına 3 dönüm civarında toprak düşmektedir.
Bütün Türkiye tarıma elverişli olsa, göller, her taraf ekilebilir olsa ve elde bulunan tapuları hükümsüz kıldık desek ve yeniden Türkiye topraklarını bugünkü çiftçi nüfusumuza eşit olarak dağıtacağız desek ve taksim etsek köylü başına çok cüzi bir miktar düşmektedir. 782 milyon dönüm toprağı böylece toptan ve teorik olarak bölmeye kalksak köylü nüfus başına 3 dönüm civarında toprak düşmektedir. Bunu aile başına bölmeye kalksak, aşağı yukarı ortalama ö milyon köylü ailesi bulunduğunu kabul etsek, o takdirde de yine düşecek olan miktar 13-14 dönüm olacaktır. Kaldı ki Türkiye’nin bugün tarıma elverişli olarak işlenen topraklan 300 milyon dönüm civarındadır. Ki bu da bir kısmı meralar aleyhine, hayvancılık aleyhine sürülerek açılmış, tarla yapılmış toprakların da katılmasından meydana gelmektedir. Gerçekte ilmî olarak Türkiye’nin 250 veya. 260 milyon dönümlük kısmının tarım için kullanılması, geri kalan meraların da hayvancılığa tahsisi gerekmektedir. O takdirde tarıma elverişli toprakların çiftçilere taksimine kalksak, köylü başına düşecek miktar büsbütün az olacağı gibi köylü ailesi başına düşecek miktar da çok az olur. Bütün bunlar şunu göstermektedir: Türkiye’de ekonomik yönden tarım sektöründe bulunan nüfus çok sayıdadır. Bugün
Fransa’da nüfusun 0/°15′i tarım sektöründedir, bugün İngiltere’de nüfusun %7’si tarım sektöründedir, bugün Amerika’da nüfusun % 4,5′u tarım sektöründedir. Ama Amerika’nın nüfusunun % 4,5′u çiftçilik yapmakla beraber bu % 4,5, bütün Amerika’yı doyurduğu gibi bütün dünyaya da yetiştirdiği ürünleri satmakta, dağıtmaktadır.
O hâlde Türkiye’nin bugün tarım sektöründe yaşayan 26,5 milyon insanına, çiftçisine Türkiye’nin bugünkü sınırları içinde yetecek miktarda toprak vermek, toprak sağlamak mümkün değildir. Türkiye’yi süratle sanayileştirmek, Türkiye’yi süratle modern endüstri sahibi yapmak ve tarım sektöründe bulunan nüfusu endüstriye ve genel hizmetler sektörüne aktarmak suretiyle % 65 olan çiftçi oranını plânlı bir şekilde % 50′ye -% 40.3, % 30’a, % 20′ye doğru düşürmek, bununla beraber tarımı da modernleştirerek ve teşkilâtlandırarak, her çiftçi ailesine rantabl işletmecilik yapacak miktarda, toprak tahsis ederek tarımı düzene sokmak gerekmektedir. Yoksa bu tedbirleri almaksızın herkese toprak dağıtacağız iddiaları ile ortaya çıkmak, Türkiye’yi büsbütün perişan hâle düşürmek olur, Türkiye’yi iyice karıştırmak olur ve memleket ekonomisini baltalamak olur.
Bugün ilmî araştırmalara göre bir çiftçi ailesinin normal şekilde rantabl olarak işleyebileceği toprak miktarı 300 dönüm civarındadır. Toprak miktarı ne kadar küçülürse, o miktarda işletmecilik gayri iktisadî bir hâl alır. Buna göre tarım ve toprak reformunu plânlamak, düzenlemek gerekmektedir. Bir taraftan nüfusu ekonomik yönden endüstri sektörüne ve genel hizmetler sektörüne aktarmak diğer taraftan da toprakların miras yoluyla devamlı parçalanmasına, ufalanmasına sebep olmayı önleyecek tedbirler düşünmek gerekmektedir. Bunlar yapılmadıkça Türkiye’nin tarımını düzene sokmak ve Türkiye’yi ekonomik yönden kalkındırmak mümkün olmaz. Bunun için köycülük ülkemizin dayandığı iki temel görüş bunlardır. Yani birisi tarım kentleri görüşüdür; tarım kentleri esasına göre köy grupları meydana getirmek, köyleri köy grupları hâlinde teşkilâtlandırarak ihtiyaçlarını karşılamak. Diğeri de tarımı hızla modernleştirmek ve rantabl bir işletmeciliğe kavuşturmak, teşkilatlandırmak için tarım ve toprak reformuna başvurmak, tarım ve toprak reformunu birlikte yapmak. Bunların ikisi birbirinden ayrılamaz. Bunların ikisini beraber düşünmek, gerekmektedir. Bir soru sorulabilir. Denilebilir ki bugün Türkiye’de 60 bin dönüm, 80 bin dönüm toprak sahibi olan kimseler vardır, bu büyük topraklara dokunulmayacak mı? Bu büyük toprakların da reforma tâbi tutulması gerekmez mi? Elbette gerekir. Elbette bunlar da ekonomik işletmeciliğe uygun bir şekilde reforma tâbi tutulacaktır. Fakat bunların miktarı Türkiye’de %1′i aşmamaktadır. Genel duruma oran yapıldığı zaman bu geniş toprak sahiplerinin sayısı, oranı %1!i aşmamaktadır.
Bunun yanında Türk tarımının en önemli konusu topraklarımızın küçük çiftçi elinde 30 dönüm, 20 dönüm, 50 dönüm, 70 dönüm, 100 dönüm gibi, gayri iktisadî işletmeciliğe sebep olan, bölünmüş durumda bulunmasıdır. Bu ufak birimleri ya kooperatifler hâlinde teşkilâtlandırarak iktisadî bir işletmecilik düzenine kavuşturmak gerekmektedir. Veyahut miras meselesini yeni kanunlarla düzenleyerek, miras yoluyla bölünmeleri önlemek ve diğer taraftan da köy yardımlaşma kurumuyla bütün köylüyü içine alan bir teşkilâtlanmaya giderek, aynı zamanda köylünün kalkınmasına hizmet edecek şekilde geniş yatırımlara girişmek gerekmektedir
HÜRRİYET VE ŞAHSİYETÇİLİK
İnsanlar için mutluluk her şeyden önce hür olmaya bağlıdır. İnsanlığı aşağılatan en tiksindirici hâl insanların köle olmaları, köle yapılmalarıdır. Biz millî doktrin Dokuz Işık’ta ne başkalarını uşak olarak kullanmayı, ne de başkalarına uşak olmayı kabul eden bir görüşü esas almış bulunmaktayız. İnsanları aşağılatan, en tiksindirici hâl olan, köleliğe karşıyız. Türk milletinin, Türk toplumunun her manada özgür olmasıyla mutlu olacağına, yükselebileceğine inanmaktayız. Bu bakımdan her ne bahane ile olursa olsun, her ne isim altında olursa olsun insanları hürriyetsizliğe sürükleyen her çeşit davranışa karşıyız. Hürriyet derken sadece siyasî hürriyeti değil, ekonomik hürriyeti, sosyal hürriyeti, ilim hürriyetini, kısacası İnsan Hakları Beyannamesi’nde ve Birleşmiş Milletler Anayasası’nda ifadesini bulan tüm hürriyetleri bir bütün olarak kastetmekteyiz.
Türk milleti için uygun gördüğümüz yönetim sistemi de “Hürriyetçi demokrasi” sistemidir. Bu bakımdan demokratik nizamın korunması, geliştirilmesi ve demokratik nizam içinde halkın desteğinin sağlanması Dokuz Işık görüşü için başlıca esastır. Hürriyetçilik ilkesiyle beraber Halkçılık deyimini de kullanmaktayız, “halkçılık” deyimiyle kastedilen şudur: Her şeyin halkla beraber, halk için olması ve halka doğru olması ve halk tarafından olması. Halkın yaşayışını paylaşarak, halkın yükseltilmesini birinci plânda düşünerek, halkın dertleriyle yoğrularak halkla el ele iş birliği yapmak suretiyle halk için ve halk tarafından her hareketin düzenlenmesi ve yürütülmesi fikrini kastetmekteyiz. Halka rağmen hareket etmeyi doğru ve uygun bulmamaktayız. Türk milletinin yükselişi, milliyetçilik ülküsünün siyasî hareket olarak gelişmesi her şeyden önce “halk demokrasilinin Türkiye’de yaşatılmasına, ve geliştirilmesine bağlıdır. Türk milliyetçiliğinin korunması ve hedefine varması demokrasiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Bunun için halkçılık ve hürriyete dayanan halk idaresi millî doktrinin temel görüşüdür.
Yalnız memleketimizde hürriyet birçok zamanlar kalıp, klişe hâlinde siyasî bir manada anlaşılmış, kabul edilmiştir. Böyle bir hürriyet yaşayan bütün insanlar için, bütün milletler için hürriyet olmaktan çok zaman uzak kalmıştır. Hürriyet deyince, siyasî hürriyeti esas almayacağız, hürriyeti bütün bölümleri ile beraber düşünmek ve o şekilde bir hürriyeti istemeyi esas kabul ediyoruz. Bunlar Birleşmiş Milletlerin Anayasası’nda yer almış olan hürriyetlerdir. Bu, söz hürriyeti, yazı hürriyeti, bilim hürriyeti, sosyal hürriyet, ekonomik hürriyet, korkudan ve baskıdan azade olmak hürriyeti ve sefaletten kurtulma hürriyeti gibi bütün hürriyetleri içine alan bir hürriyet görüşüdür. Bir insana hürsünüz işte size siyasî haklarınızı tanıyoruz, istediğiniz yere reyinizi verebilirsiniz”, fakat arkasından el altından “Şu tarafa rey vermezseniz işinizden çıkarırım” korkusunu, tehdidini koyarsanız, onun hürriyeti bir mana ifade etmez. Veyahut “Bu tarafa rey verirseniz akşam eve giderken beş tane adamım sizi çevirir, adamakıllı döver” gibi tehdit eder bir durum ortaya çıkarsa, hürriyetin anlamı kalmaz. Yani hürriyetin gerçek hürriyet olabilmesi için Birleşmiş Milletler Anayasası’nda ayrı ayrı sayılmış olan bu hürriyetlerin bütün olarak herkese sağlanmış olması şarttır. Hürriyetçilikle beraber şahsiyetçiliği de esas alıyoruz. İnsanlar şahıslarına karşılıklı saygı ve karşılıklı teminat içinde bulunmalıdırlar. İnsanlar her zaman hakarete uğrarlarsa, her zaman haklarından emin durumda bulunmazlarsa, o insanların o memleket içinde faydalı olmaların huzur içinde olmalarına ve mesut olmalarına imkân yoktur. Onun için bu prensibimizi de hürriyetçiyiz ve şahsiyetçiyiz diye ifade ediyoruz.
GELİŞMECİLİK VE HALKÇILIK
Millî doktrin Dokuz Işık’ın sekizinci ilkesi “gelişmeciliktir. Gelişmecilik şu demektir: Daima daha iyiyi, daha gelişmiş bir durumu elde etmek için araştırma, yapmak; daha iyiye, daha mükemmele varmak arzusu taşımak ve bunun için çareler aramaktır. Gelişmecilikte içinde bulunulan durum düzeltilerek, o durum basamak yapılarak bir merdivenden yukarı doğru yükselir gibi bulunduğumuz basamağın önüne daha yüksek basamaklar kurarak, bu basamaklara basarak daha iyiye yükselmek, daha güzele yükselmek, daha olgunu bulmak, elde etmek demektir. Gelişmecilikte içinde bulunulan durumu yıkmak, devirmek söz konusu değildir. İçinde bulunulan durumu düzeltmek, yeniden düzenlemek, geliştirmek bahis konusudur. Yâni devrimcilik, gelişmeciliğin zıddı bir düşüncedir; görüştür. Gelişmecilikle, devrimciliği milletimizin kalkınması için bir yol olarak görmediğimizi, benimsemediğimizi anlatmak istemekteyiz. Neden devrimciliği bir yol olarak kabul etmiyoruz?
Çünkü devrimcilik geçmişe ait her şeyi yıkmak.geçmişe ait her çeşit değerlerimizden vazgeçmek ve bizimle, tarihimizle ilgisi olmayan, nereye varılacağı kestirilemeyen bir başka durum meydana getirmek anlamını taşımaktadır. Milletler de ulu ağaçlar gibidir. Ulu bir pınarın toprağın üzerinde gövdesi ne kadar yükselmişse. toprağın altında da o kadar derinliğe inmiş, geniş kökleri vardır. Ulu bir ağacın köklerini kesecek olursak o ağacı yaşatmak, toprağın üstünde dik olarak tutmak mümkün olmaz. Bunun için milletin kökleri de kendi millî tarihidir, kendi binlerce yıllık yaşayışı içinde meydana getirdiği kültür hazineleri, manevî değerleridir. Millî gelenekleridir. Onun için bunlarla, bağlantıyı kesmek, her şeyi yıkmak, devirmek bizim kabul etmediğimiz bir görüştür, bir yoldur. Bunun için devrimcilik değil, evrimciliğe dayanan gelişmecilik ilkesini benimsemiş bulunmaktayız. Gelişmecilik ilkesiyle düşündüğümüz anlam şudur : İnsanlar yaratıldıkları günden beri daima içinde bulundukları durumla yetinmemişler daha iyi yaşamak, daha güzel bir durum elde etmek, daha olgun sonuçlara varmak için çırpınmışlardır. Bunun için biz bu duygu ve bu zihniyeti bir ilke olarak doktrinimize koymuş bulunmaktayız. İnsanlar tabiat kuvvetlerinin tutsaklığından kurtulmak, tabiat kuvvetlerinin kendileri için yararlı olacak şekilde kullanılmasını sağlamak ihtiyacını, düşüncesini yeryüzünde, yaratıldıkları ilk günden beri düşünmüşler, bunu sağlamaya çalışmışlar, bunun için çare aramışlardır. İşte bu da, gelişmeciliğin bir diğer önemli faktörüdür. Yani tabiat olaylarının, tabiat güçlerinin insanlara, insan toplumlarına zarar vermesini önlemek, buna karşılık tabiat güçlerinden tabiat olaylarından insanların, insan toplumlarının mümkün olduğu kadar büyük ölçüde yararlanmasını sağlamak gelişmecilik ruhunun, gelişmecilik düşüncesinin güç aldığı önemli bir kaynaktır.
Bu sayededir ki yeryüzünde insan medeniyetleri meydana gelmiştir ve bu medeniyetler gelişmiştir. Bugün, yirminci yüzyılın son çeyreğinde insanlık, övündüğümüz büyük medenî hamleleri sağlamak imkânını bulmuştur. İşte bütün gençlerimize, bütün memleketimizin insanlarına, gerek kendi şahsî yaşayışlarında ve şahsî işlerinde, mesleklerinde daima daha iyiye varmak, daha mükemmele ulaşmak, daha güzeli elde etmek aynı zamanda milletimiz için, vatanımız için, devletimiz için daha yükseğe çıkmak, daha kalkınmış, daha ileri bir duruma gelmek isteğiyle, ihtirasıyla yol aramak, çare aramak, çalışmak gerektiğini ortaya koymak istemekteyiz. Bunun içindir ki, gelişmecilik ilkesini millî doktrinin içine koymuş bulunmaktayız. Bu duygu, bu ihtiras çok olumlu bir duygudur; olumlu bir ihtirastır. İnsan enerjisinin, gençlik enerjisinin kanalize edilmesini gerektiren en meşru, en yararlı bir ihtirastır. İçinde bulunduğumuz durum ve şartları düzeltmek, daha iyi yapmak, daha ileriye götürmek, daha olgun hâle getirmek, daima bunu düşünmek, bunun yollarını araştırmak, bunun için çalışmak, bunun için çırpınmak insanlığı yükselten en kutlu duygu ve düşünceyi teşkil etmektedir. Böyle bir düşünce, böyle bir istek ve görüşten yoksun olan kişiler ve toplumlar sürünmeye mahkum varlıklardan başka bir şey kabul edilemezler.
Bunun için, bütün Türk milleti daima daha iyiyi arayacağız. Daha olguna varmak için tedbirler düşüneceğiz, çalışmalar yapacağız, gece demeden, gündüz demeden her şeyin en güzelini, en iyisini, en olgununu elde etmek için uğraşacağız. Bunu hem kendi yaşayışımızda, kendi mesleğimizde, işimizde sağlamak için çırpmacağız. Hem de milletimizin vatanımızın, devletimizin hızla, bir an önce en yüksek seviyeye çıkarılması, en ileri bir duruma gelmesi için uğraşacağız.
Eğer insanlar elde ettikleriyle yetinseler ve “Bu bize yetiyor” deselerdi medeniyetler olduğu gibi kalır, gelişemezdi. Hâlbuki görüyoruz, bundan 40 yıl önceki durum bugün yoktur.
Bundan 5 yıl önceki durum da yoktur. Bundan 5 yıl sonra da daima bugünkü durumdan daha ileri gidilmiş, daha birçok yeni şeyler bulunmuş olacak. Çünkü insanlar daima daha iyiyi araştırıyorlar, daha mükemmeli istiyorlar. O hâlde kalkınmamızın ve yaşamamızın dayanacağı temel ilkelerden birisi de daima elde ettiğimizle yetinmemek, daha iyiyi, daha güzeli, daha mükemmeli araştırmak duygusu olacaktır. İşte gelişmeciliğimizin dayandığı ilke budur.
ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNİKÇİLİK
Bugün dünya atom, nükleer ve uzay çağına girmiş bulunmaktadır. İnsanlığın hayatında endüstri, makine ve önemli yeri almış bulunmaktadır. Türk milletinin 300 yıla varan bir dönem içinde uğramış olduğu yenilgiler ve karşılaşmış olduğu felâketler, acılar, gelişen makine gücünün endüstri gücünün karşısında Türk milletinin kol gücüyle, hayvan gücüyle yalın bir durumda kalmış olmasıdır. Bugün bir toplumun güçlü alması her şeyden önce modern sanayi kuruluşu olmasına, teknikte ve endüstride en yüksek seviyeye çıkmış bulunmasına bağlıdır. Yıllarca memleketimizde birtakım tartışmalar olmuştur. Türkiye bir ziraat memleketi mi olmalıdır, ziraatını mı geliştirmelidir, sanayileşmeye fazla yönelmemeli midir, yönelmeli midir? gibi tartışmalar ortaya atılmıştır. Modern bir toplum olmak, güçlü bir devlet, millet hâline gelmek için Türkiye’nin en kısa zamanda dünyanın en ileri endüstri ülkesi hâline gelmesi gerekmektedir.
Bu tarımın ihmal edileceği, tarımın terk edileceği anlamına gelmez. Türk milleti endüstri sahibi bir toplum olmakla beraber tarımını da modernleştirerek, tarıma da aynı derecede önem verecek ve modern bir tarım kuracaktır. Esasen modern bir tarım kurmak da endüstrisiz mümkün değildir. Bunun için; Türkiye tarıma yönelmelidir, bir tarım ülkesidir. Tarım üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırması daha doğru olur. Endüstri yönünden de tarımla ilgili hafif endüstri kurmakla yetinmelidir, görüşü doğru bir görüş değildir. Türkiye ağır endüstriye dayanan ve her çeşit fabrikaları, modern aletleri, makineleri yapabilecek kapasitede bir endüstri sahibi olmak zorundadır. Bunun için millî doktrin Dokuz Işık’ın içerisine ilimcilik ilkesi bulunmakla beraber ayrıca bir endüstricilik, teknikçilik ilkesi de konulmuştur. Yaşadığımız çağ teknik çağıdır. Bugün insanlar artık uzaya gitmektedirler, Ayı ziyaret etmektedirler. Yarın diğer yıldızlara da gitmeleri şüphesiz mümkün olacaktır. İleri milletlerin bu derecede teknik alanda, endüstri alanında atılım yaptıkları bir çağda Türkiye’nin endüstri ve tekniği ihmâl etmesi düşünülemez. Türkiye’nin 300 yıllık geçirdiğimiz son dönem içerisinde bir türlü kalkınamamış olmasının önemli bir sebebi, ağır endüstriye ve teknikçiliğe gerekli önemi vermemiş olmamız, bir an önce bunu Türkiye’de kurmak, geliştirmek için kuvvet yoğunlaştırması, gayret yoğunlaştırması yapmamış olmamızdır. Türkiye ile. ileri milletler, ileri devletler arasındaki geri kalmışlık mesafesi 300 yıldır küçülmemiştir, aksine büyümüştür. Bundan 100 sene önceki Türkiye ile 100 sene önceki ileri Avrupa ülkesi İngiltere, Almanya veya Fransa arasındaki geri kalmışlık mesafesi geçirdiğimiz 100 yıl içinde kapanmak şöyle dursun aksine olarak daha büyümüştür. Bugün ileri milletler artık füzelerle uzaya çıkabilme imkânını elde etmişlerdir. Türkiye ise hâlâ elektrik çağına girmek için uğraşmaktadır.
İşte bütün bunları dikkate alarak Türk milletinin bir an önce refaha kavuşması, mutlu olması ve her tehlikeye karşı kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hâle gelebilmesi için Türkiye’yi büyük bir seferberlik yaparak en kısa zamanda en ileri bir endüstriye sahip kılmak ve teknikte en ileri bir toplum haline getirmek başlıca amacımızı teşkil etmektedir.
Bugün dünya atom ve füze çağından içeriye girmiştir. Artık buhar çağı geride kalmıştır. Elektrik çağı da arkada kalmak üzeredir. İnsanlık yeni bir çağa giriyor. Bu çağ atom ve füze çağıdır. Bu ne ile mümkün olabilir? Teknikle mümkün olur ve bir de milletlerin endüstri sahibi, ağır endüstri sahibi olmalarıyla mümkün olur. Endüstri de yine neye dayanır? Tekniğe dayanır. O hâlde teknik sahada en ileriye gitmek, yükselmek ve büyük endüstri sahibi olmak, kalkınmamız için, kurtuluşumuz için temel ilkelerimizden bir diğeridir. Ana ilkelerimizi bu şekilde özetlediğimi zannediyorum. TÜRK MİLLETİNE yararlı olabilmek için bu ilkelerin uygulanmasında ULU TANRI’dan bize güç ve imkân vermesini dilerim.
Ancak bunu yaparken geçmişimize karşı hakaret ve onunla olan bağlantıyı kesmeyi asla düşünmüyoruz. Çünkü millet devamlı olarak bir akıştır. Onun hayatının herhangi bir yerden kesip , evvelkini silip çıkarmağa imkân yoktur. Onun için gelişmecilikte devamlılığı esas kabul ediyoruz. Yani yapacağımız bütün faaliyetlerde, bütün ilerleme ve kalkınma hamlelerinde yapacağımız bütün işlerin millî ruhumuza ve millî geleneklerinize uygun olması esasını kabul ediyoruz. Gelişmecilik ilkesiyle kast ettiğimiz görüşün özeti budur.
Hazırlayan: Dadas33-hasulku.com